Atlantis Role Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atlantis Role Play

Tarih: 29.11.1420 || Hava: Güneşli
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Monthgomery

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Misafir
Misafir




Monthgomery Empty
MesajKonu: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimeCuma Ara. 05, 2008 6:35 am

Gün henüz yeni ağarmıştı ,kraliyet sarayının ön bahçesinden gelen nal sesleri ve bir kaç insan topluluğunun şen kahkahaları arasında , bir atın kişnemesi duyuldu.Kapkara parlak tüyler ve yeleyle kaplı atın boynuna sıkıca tutundu Edward " Çıldırdı yine " camianın en seçkin adamlarına meramını anlatmak istermiş gibi bağıra bağıra konuşuyordu ,öyleki sesi bir kaç hizmetkarın dışarı hızla fırlamasına sebep olmuştu.Atının boynuna sıkıca geçirilmiş ipi tutup dizginleri sıkıca kavradı.At şaha kalkmıştı,bir an dengesini kaybedecek gibi olsada son anda bundan kurtuldu,nede olsa başarılı bir biniciydi buna leke sürdüremezdi. "Sakin ol kızım ,korkacak bir şey yok ,sakin ol..." bir elini ipten çekip atının yelesini okşadı,istediği gibi sakinleşmişti ama bu seferde olduğu yerde durmuyor bir sağa bir sola dönüp duruyordu. "Efendim bu gün bir kutlama yapacaktınız." dedi Aristokratlardan biri olan Juannes atın nallarından birinin suratına inmesinden korkarak geri çekildi. "evet ama herşeyin başında durmak zorundamıyım Juannes adamlarımdan biri bunu benim yerime hallediyorlar zaten" canı sıkılmıştı kardeşlerin en büyüğü olduğu için tüm yükümlüğü kendisinden bekliyorlardı. Bir anda öfkelenmişti,her zaman böyle olurdu zaten ,sinirlendirilmesi gereken en son kişi Edward'dı. Juannes bu yaptığından pişmanlık duymuşçasına Edward'ın sinirden kızarmış suratına ve çatılmış kaşlarına baktı. Atın dizginlerini iyice sıkıp çekti ,koşturmaya başlaması için sırtına hafifçe vurdu.Çocukuğundan beri bindiği tek atı sahibinin emirlerini hissetmişçesine arazinin dışına doğru hızla koşturmaya başladı.Kimsenin yanında olmasını istemiyordu,bir saniye olsun yalnız kalmaya kafasını dinlemeye ihtiyacı vardı ama bu hergeçen gün biraz daha zorlaşıyordu. Yemyeşil çimlierin ve türlü bitkilerin olduğu arazi üzerinde bir müddet hızla ilerlediler ,temiz havanın ciğerlerine dolmaya başlamıştı ,rahatladığını ve gevşediğini hissetti.Atının yorulduğunu hissedince büyük çınar ağacının önünde durdu ve hızla çimlerin üzerine atladı.Atın koşumlarını özgürce dolaşması için serbest bırakmıştı. Çimlerin serinliğini ayağındaki geleneksel sandallara rağmen hissedebiliyordu.Sıcak bir ülkeydi ve en soğuk havayı o gün yaşıyorlardı,üzerindeki pelerinin rüzgardan dalgalanmasından büyük bir hoşnutluk duyuyordu ,bir müddet ayakta durup etrafını seyretti yalnız olmadığını biliyordu,çevresinde Edward'ı ve kardeşlerini gizliden gizliye takip eden başlarına bir şey gelmemesi için gözetleyen insanlar vardı.Kral'ın bu konudaki pimpirikliliğinden bıksada karşı çıkamıyordu,zaten karşı çıkamadığı tek kişide oydu. Duruşunda,bakışlarındaki o kendini beğenmişlik havasınıda ondan almamışmıydı zaten.'Bütün evrenin sahibi benim' der gibi bakışları vardı ve kardeşler arasında en korkulacak veliahttı. Kral'dan daha acımasız olduğu söylenemezdi ama en az onun kadar acımasızdı.Yada Edward kendini öyle göstermek istiyordu halka. Ne olduğu anlaşılmaz tipik soylu tavırlarıyla insanların aklını karıştırmaktan büyük zevk alıyordu.Kısa kesilmiş biçimli saçlarının arasında rüzgarın serinliğinin dolaşması kadar hoşnutluk verici bir şey olabilirmiydi ,üzerindeki beyaz soylu kıyafetinin kirlenmesine aldırış etmeden ,büyük yaşlı çınar ağacının hemen dibine oturdu bacaklarını çimlerin serinliğine bırakıp sırtını ağaca yasladı belindeki kılıcı çıkartmamıştı ,kemerinden biraz gevşetip ağaca iyice yaslandı,kollarını iki yana serbest bırakmak yerine birbirine birşeştirip sessizliğin tadını çıkartmaya çalıştı. Etrafında gelen bir kaç çalının hışırdayarak çıkarttığı ses dışında dikkatini dağıtan bir şey yoktu.Bulunduğu tepeden sarayı izlemek ve bütün hayatı boyunca bu sarayda geçen karmaşaları dönen dolapları bir köşeden izlediğini unutmuyordu,her seferinde bir adım geri çekilir olanları izlerdi ve her zaman yalnız kalıp düşünürdü.


Kralın yaptıklarına diğer kardeşlerden en çok Edward şahit olmuştu.Eléonore , o doğduğunda oniki yaşındaydı,artık küçük bir çocuk olmaktan sıyrılmıştı ve saraydakilerin sandığından daha çok kafası çalışıyordu.Kral'a yaptıklarının hesabını sormayacak kadar aklı başında olsada ona Kraliçeyi öldürdüğü için içten içe kin duymuş ve bunu saklamasını bilmişti,her zaman sevgili oğlu olmasını bilmişti,ilk göz ağrısı,ilk veliaht... Kraliçe'nin doğum sancıları tuttuğunda ,babasının yerinden bile kıpırdamadığını hatırlıyordu,son veliaht gelecek ve nasıl olsa bir erkek evlat daha olacaktı,herşey ayarlanmıştı ve herşey yolundaydı ,sanki ana rahmine veliahtı yerleştiren oymuş gibi kibirinden hiç ödün vermiyordu o kadar emin bir tavırdaydıki.Edward doğacak çocuğun kız olursa Kral'ın ne tepki vereceğini düşünmeden edememişti. Çocuklara has o meraklı bakışlarını dadısına çevirip ,Poseidon'un bir erkek evlat verip vermeyeceğini sormuştu.Kral'a göre Veliahtların dördü erkek olursa Tabiat destekçilerinin gücü yıkılamaz olurdu,fakat kız olursa bu denge sarsılırdı.Bir kadını aşşağılayan onu aciz ve küçük gören tek kişi o değildi ama hepsinin her geçen gün biraz daha yanıldığına gözleriyle şahit olmuştu. Dadısının korkuyla eğer bu soruyu heryerde sorarsa Kral'ın kuleye hapsedeceğini söylemişti.Çok fazla umursamamıştı , ne zarar verebilirdiki ,çocuk haliyle bazı şeyleri hayal dünyasında yaşıyordu o zamanlar.
Uzun bir bekleyişten sonra son veliaht'ın doğduğu haber verilmişti,fakat bir acayiplik vardı.Leartes'in doğduğu gün herkes çoşkuyla bağırmış ve krala büyük bir eğlenceyle haber verilmişti. Bu seferki sanki bir ölüm sessizliğini andırıyordu.Dadısının kollarından kurtulup Kraliçe'nin doğum yaptığı odanın dibinde bir yere sığınıp gizlendi içeride olup bitenleri kimseye farkedilmeden izleyebiliyordu,küçük bedeni saklanması için kolaylık sağlıyordu.Kahverengi gözlerini büyük bir merakla kısarak olanları izlemeye başladı.Kral'ın daha önce Kraliçe'ye bu kadar kin ve nefretle baktığını ve bağırdığını hatırlamıyordu.Sanki onu lanetlemek istercesine hakaretler yağdırıyordu. Aristokrat camiasına yakışmayacak bir soyluluktan ziyade soysuzluk belirtileri gösteriyordu,dediği hiçbirşeyi yalvarışlarını ,yakarışlarını ,hiçbirini umursamamıştı.Taştan yapılma bir kalbe sahip bir kral'dan ne beklenilebilirdi?

" Kral'ım son veliaht'ın kız olması benim kabahatim değil Poseidon'u kızdıracaksınız." demişti son kez Kraliçe . Atlantis'i bir günde sular altında bırakanda Poseidon değilmiydi zaten,fakat o bunu anlayamamıştı. Hera bir oğul vermişti,Zeus ve Hephaistos'da ,fakat Posedion Atlantis'in tek kralını hor görmüş ve ona istediği gibi bir erkek evlat vermemişti.Bunun acısını daha sonra Kraliçe'den çıkartmış ve onu idama mahkum etmişti. O sene bütün Atlantis büyük bir sessizlik içerisindeydi başlarına büyük bir felaket geleceğini düşünüyorlardı,fakat umdukları gibi olmamış Poseidon Kral'ın bu baş kaldırısına karşılık bir felaket vermemişti.Kral yaptıkları yüzünden Tanrıların gazabına uğramamıştı ve Poseidon öfkesine kapılıp Atlantis'i su altında bırakmamıştı.
Tabiat destekçilerinden biri kızdı ,görünüşte en güçsüzleri en zayıflarıydı,fakat bir şeyin farkında değillerdi,bu gücü dengeleyen tek kişinin o zayıf ,içine kapanık hastalıklı kız kardeşleri olduğu.

Eudor doğumuna şahit olmadığı tek erkek kardeşi...Acaba Kral onun doğumunda ne tepki vermişti ,aralarında fazla bir yaş farkı yoktu,bu yüzden kendine en yakın hissettiğide oydu, ama onun dengesizliklerini kapana kıstırılmış bir aslan gibi yerinde duramayışına anlam getiremiyordu. Biri öfkeli ve kibirli diğeri ,dengesiz ve ne yaptığı belli olmayan bir veliaht ,bir diğeri ise...? onu Edward bile çözebilmiş değildi ,cana yakın sıcak tavırları altında bir şeylerin gizli olup olmadığını bilmiyordu,Leartes her zaman en zarifleri en kibarları ve en soylularıydı ama o gözlerinin ardındaki derinliği zihninde dolaşan tilkilerin olup olmadığını bilmiyordu.Eléonore en saf ve en temiz olanlarıydı bir tek onun kalbinin kirlenmediğinden emindi. Kraldan sonraki varis'in kim olacağı belli değildi ama en büyük ihtimal'in kendisi olduğunu biliyordu . Evliydi kendisinden sonra tahtını bırakabileceği bir oğlu vardı ve birde küçük bir kızı.Masmavi gözleri tıpkı Leartesinkiler gibi bakıyordu ,sapsarı saçlarını ise Eléonore'den almıştı. Bir tek o yerinde duramayan sürekli başka şeyler isteyen ,yenilik arayan tavırlarını Eudor'dan almıştı daha bir buçuk yaşlarında omlasına rağmen ne olduğunu huy ve görünüş olarak kime ne kadar çektiğini belli ediyordu.Bir tek oğlu tüm özelliğini kendisinden almıştı. Koyu renk saçları koyu kahve rengi gözleri ve beyaz teniyle küçük Edward'dı. Büyük meşenin önünde çok uzun zamandır oturduğunun farkındaydı Kral'ın etrafta Edward'ı aratmaya başladığını hissediyordu,bir gün olsun bir kaç saatliğinde herkesden uzaklaşmış ve geçmişi düşünmüştü.Çok fazla rahatlattığını düşünmüyordu ama yinede bir yerlere saklamasından hiç düşünmemeye çalışmaktan bin kat daha iyiydi. Yaslandığı yerden kalktı üstü toz olmuştu yavaşça silkeledi ve iki parmağını ağzına götürüp ıslık çaldı ,çocukluğundan beri tek arkadaşı olan bu parlak tüğlere sahip atının bir anda belirmesine şaşkınlıkla baktı ,yelesini okşayıp atına bindi.Kraliyet sarayının ön bahçesine kadar hızla koşturdu atını kimse görünürde yoktu muhafızlardan başka,herkes içeri girmiş olmalıydı. Atı seyislerden birine verip arka bahçeye açılan küçük hol gibi etrafı sarmaşıklarla kaplı bir yerde durup çevresine bakındı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 38
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Monthgomery Empty
MesajKonu: Geri: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimeC.tesi Ara. 06, 2008 6:24 am

Odasının loşumsu aydınlığında son kez yazdığı mektubu pudralarken yüzüne yayılan gülümseme ile pencereden dışarı bakıyordu. Odasının taş duvarlarının tam olarak ortalayan pencereler dizisi geniş kare şekilde tahta bir çerçeve ile çevrelenmiş, dışarıya doğru açılan süslü kapaklarla dışarıya açılmıştı. Genelde tercih ettiği mor renginden spiral bir işleme olan kırık beyaz renkli keten bir tüniğin uç kısımlarını önden ve arkadan sarkıtmış, mor renkli mısır sateninden, özel yapım bir broşla tutturulmuş kıvrımlı, zarif bir pelerin, deriden yapılmış ve baldırını sarmalayan iplerle bacağına tutturulmuş kırık beyaz bir sandaletle tamamlamıştı. Yüzüne ender olarak, yalnız başınayken yerleşen hırslı, kibirli gülümsemesini takındı. Etrafında neyse ki kimse yoktu. Ne bir hizmetkar, ne bir köle, ne de bir soylu, tamamen yalnızdı. Kardeşlerinin, ancak düşlerinde yazdığını görebildiği mektupları yazıyordu. ''Sevgili Phyr Kontu...'', ''Sevgili Lefkip Dükü...'' şeklinde başlayan mektuplardı bunlar, içeriğinden kimseye, hatta sevdiği tek kardeşi olan Eléonore'ye bile bahsedemezdi bunların.

Önceki mektubun kuruduğundan emin olur olmaz diğerine geçti. Onları teker teker birazdan kilitleyeceği çekmeceye tıkıyordu. Tabi direk çekmecenin içine tıkacak kadar da aptal değildi. Özel bir bölemesi vardı kolay kolay fark edilmeyen, odayı yıksalar o bölmeyi bulamazdı yerini bilmeyenler. Ardından tüy kalemini mürekkebe batırdı ve yazmaya başladı yeniden. Edward saatlerce ortalıkta görünmüyordu. Açıkçası merak bile etmemişti çünkü zaten onu izleyen bir adamı nerde olduğunu daha saatler önce yetiştirmişti kendisine. Daha sonraları da nereye gittiğini araştırabilirdi ama bundan sonrasını merak bile etmemişti. Sadece umut ediyordu. Bir çukurda boynu kırılmış ya da öldürülmüş halde yatıyor olmasını umuyordu, vicdanında en ufak sızlama bile hissetmeden. Karısının da onun ölümünden ziyade taht şansını kaçırmasına üzüleceğinden yüzde yüz emindi. Tüm soylular sahteydi, hepsi ikiyüzlünün, fırsatçının teki olarak yetişmişti. Nezaketlerinin ve inceliklerinin ardında, vahşi, aç bir hayvan, çok çirkin bir sürü hırs yatardı. Bu yüzden hiçbirini sevmezdi, haklarında en ufak vicdan azabı bile hissetmezdi. Onlar kendisi için aynısını hisseder miydi? Sanmıyordu. Alt tabakadan olanlara gelince, Adonis haricinde hiç birini insan yerine koymazdı yetiştiği kültür uyarınca, onların bir çoğu barbardı, insan olarak bile görülmüyorlardı.

Kapının çalması ile irkildi olduğu yerde. Yerinden kalkarak mektupları çekmecedeki bölmeyi açtı ve içine koydu. Bunu dikkatle kapatıp kilitledikten sonra olduğu yerde oturdu ve yeni bir kağıt alarak önüne koydu. ''Girin!'' diye seslendi rahatsız edilmekten hoşlanmadığını belirten bir sesle. Hizmetkarın meraklı bakışlarını inceledi. Fakat ilgilenmiyormuş gibi yapıyordu. ''Evet ne oldu?'' dedi yumuşak bir sesle. Herhangi bir hitap şekli kullanmamıştı ona karşı. Kendi eşitiymiş gibi davrandığını düşünmesini, aynı zamanda asla eşiti olamayacağını anlamasını istiyordu. ''Efendim, Dük Juannes sizi görmek istiyor. Görüşmeye kabul edecek misiniz?'' Leartes yerinden kalktı kalemi hokkanın içine yerleştirerek. Ardından tam karşısına geldi nereydeyse yerlere kadar eğilmiş olan kölenin. ''Kalk ayağa, ona söyle, beni koridorda beklesin. Birazdan geliyorum.'' diye yanıt verir vermez hizmetkar yeniden eğilerek dışarı çıkmıştı. Bunun üzerine üstünü düzelten Leartes ona azamet katan pelerinini sağ omzuna doğru sardı ve odasının kapısını iterek dışarı doğru çıktı. Dük Juannes hemen karşısındaydı. ''Sanırım kardeşiniz kutlamadan vazgeçti majesteleri. Bu onun ününe ve ailenizin adına zarar verebilir onu ikna edebilir misiniz?'' Leartes'in gülümseyen yüzle onu dinlemesi ile rahatlıkla anlatmıştı derdini. ''Dük, dediklerinizi yapmak eğlenceli olurdu fakat. Kardeşim uzun zamandır görünürlerde yok. Nerde olduğunu biliyor musunuz?'' Leartesin bu sözleri üzerine beyaz yüzüne yayılan aydınlık ile istediğini çabuk kabul ettirdiği sanısı ile parıldayan gözleri ile kendisine baktı. ''Aşağıda bahçede majesteleri. Şimdi geldi.'' Sonra eğildi ve reverans yaptı. ''İzninizle, gitmem gerekiyor.'' dedi. Ardından Leartes'in işareti ile ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Bu aptal oyundan sıkılmıştı açıkçası. Daha küçüklüklerinden beri saçma sapan sahte yüzlerini görmeye başlamıştı insanların. Arkasından konuşan bu zavallı mahluklar şimdi yüzüne gülümsüyor shte saygı gösterileri ile ayaklarını öpüyordu. Sarayın içerisinde ilerleyerek, merdivenleri inerek, muhafızların arasında Eudor'un odasını buldu. Kapıda onu iki muhafız karşılamıştı ama aile üyesi olduğundan dolayı kapıya doğru çaprazlama uzattıkları mızrakları çektiler. Kapıya nazikçe vuran Eudor'un bu saatte uyumadığını biliyordu. Büyük ihtimalle kitap okuyor olmalıydı. Yeterli bir süre bekledikten sonra kapıya bir kere daha vurdu ve açarak içeri girdi.

''Eudor, umarım iyisindir.'' Diye başladı sevgi dolu bir sesle konuşmaya. Uygun görünüyordu gayet. ''Edward'ın yanına gidiyorum. Juannes'in ricasını ona dile getirmek için. Benimle gel, benden pek hoşlanmıyor. Belki sen daha etkili olursun sevgili kardeşim. Bahçedeymiş hazırlanıp gelirsen iyi olur.'' Kısa bir andı bu. Geldiği gibi odadan çıktı ve bahçeye doğru ilerledi. Sonunda bahçeye vardığında yanına yaklaşan seyislere yaklaştı. Edward'ın yerini onlardan öğrenerek sarmaşıklarla kaplı bir hol gibi yere ilerledi. ''İyi günler sevgili kardeşim. Hera'nın göz nuru. İyi misin bugün? Duyduğuma göre keyfin pek yokmuş bugün.'' Onun tam önünde bitmişti buz sözleri ederken. İçtenlikle söylemişti sanki bunları. Süslü lafların ağzından sanki doğal şeylermiş gibi çıkmasına özen gösteriyordu çünkü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eudor Monthgomery
Veliaht
Eudor Monthgomery


Erkek
Mesaj Sayısı : 137
Tılsımı : Ateş
Belirgin Özelliği : Hareketlilik, Savaşçılık
Ruh Hali : Monthgomery Delibo10
Kayıt tarihi : 05/11/08

Monthgomery Empty
MesajKonu: Geri: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimeC.tesi Ara. 06, 2008 3:47 pm

Zaman ketum... Tanık olduklarının üzerini kesesindeki sihirli tozla örten ve onların artık yaşandığı anlardaki netliğiyle görünmesini engelleyen suskun bir büyücüyü hatırlatıyor... O akarken eskiyoruz biz, yok oluyor, bu arada hiç durmadan yok ediyor, tüm kıyımlarımızın, anlaşmazlıklarımızın, kayıplarımızın vebalinin bizden sonra gelecek olanlara yükleneceğini aklımıza bile getirmeden, harap etme 'yeteneğimizi' sonuna kadar kullanmaktan çekinmiyoruz... Üstelik insan türünün ruhuna kazınmış bir dürtü bu; lanetli bir genetik miras Cain'den kalmış bizlere...

Bir gün kaybolup gideceğimizin, ardımızda kemiklerimizden başka bize ait hiçbir şey bırakamayacak oluşumuzun intikamını almaya çalışır gibi yıkıyoruz, parçalıyoruz, öldürüyoruz... Öldürmek için birilerinin aklına yatkın nedenler uyduruyoruz; 'itibar' diyoruz aldatılışlara, sömürmek için savaşlar çıkarıp 'ihtiyaç temini' diyoruz buna; 'vatanseverlik' diyoruz kimi zaman anlamsız saldırganlıklara... Sütümüz, tüm çiğliğiyle damarlarımızın içinde dolaşırken buna da 'politika' diyoruz...

O politikalar, olan bitenle hiç ilgisi olmayan milyonlarca insanı nasıl da etkileyebiliyor, yükseltebildiği gibi nasıl da bir anda olabilecek en aşağı konumun koynuna bırakabiliyor oysa... Kaybettikleri çocuksu ışıltıyı, bir masa etrafında toplaşarak arayan ciddi adamların aldıkları kararların, kimlerin hayatlarının çehresini değiştirdiğini düşünüyor musunuz hiç?

Eudor düşünüyor. O, zamanın ketum olduğunu biliyor, bundan yüzyıllarca sonra kendisinden hiçbir şey bırakamayacağını da biliyor... Diğer kardeşler arasında, belki de salt bu bildikleri yüzünden, halkla daha iyi anlaşıyordu. Sınıf ayrımı yapmayı hiçbir zaman sevmezdi. Kölesiyle, burjuva ve aristokratlarıyla halk; onun halkıydı. Yani onun halkı sayılırdı, henüz olmasa bile... Tahta çıkmayı, diğer kardeşleri arasından en çok hak eden olduğunu düşündürtüyordu bu. Kölelere asla kötü muamele etmezdi, bazen onları dinler, sorunlarını anlamaya, çözümler getirmeye çalışırdı; burjuva ve aristokratlar mı? Bütün o göz kamaştırıcı ihtişamın gerisinde kıran kırana bir mücadele barındıran, bilme ve keşfetme duygusunu kışkırtan, ihtirasların da tıpkı burmalı sütunlar gibi yükseldiği bu soylu sınıflarına ne yapabilirdi ki? Gerçi bu soylular sınıfını çok sevdiği söylenemezdi.
Çoğu kişinin yalnızca adı para ederdii yakından bakınca hiçlerdi.

Herkes kendisiyle öyle doluydu ki, başkasını görecek hali yoktu. Alçakgönüllülük büyük değerleri karanlıkta tutuyordu. Resimlerdeki gölge gibiydi tevazu, kişiyi daha derin daha güzel gösteriyordu. Ama tüm bunlar sahte olunca ne önemi kalıyordu, nereye gidiyordu o derin güzellik? Oh! Sevgili okuyucu, ne yapılabilir bu dönemin yapmacık insanları için? Yapmacıklık sadece soylular için geçerli değildi. Kölelerde de bir yapmacıklık, efendilerinin gözüne girme çabası, yükselme, özgürlük hırsı... Lakin soylularda daha belirgindi bu. Belki de ahlaksızlık diz boyuydu?!

Kadın artık sevmediği birini aldığı hediyelere varana kadar unuturdu. Kadınlarla erkeklerin ilgileri apayrıydı. Erkeklerin beğendiğini kadınlar beğenmez, kadınların beğendiğini erkekler beğenmezdi. Erkeklerde tutku yaratan bin türlü durum, kadınlarda soğukluk yaratır hatta tiksinti doğururdu. Bir erkek kendininkinden çok arkadaşının sırrını saklardı. Kadınsa tersine en iyi kendi sırrını saklardı. Şuh bir kadın beğenilmek tutkusundan bir türlü kurtulamaz, eskiden güzel olduğunu bir türlü unutmazdı...

Tak Tak Tak...

Çalan kapı ile tüm düşüncelerinden sıyrıldıOkuduğu kitap nasıl bir etki bırakıyorsa, düşünceleri öyle hızlı değişiyordu ki zihninde... Öyle ki, bu kitabın onu nasıl etkilediğini, yaklaşık birkaç saattir yerinden hiç kımıldamadan okumasını örnek vererek söyleyebilirim. Eudor için hiç kımıldamadan durmak... Hem de birkaç saat... Oh! Ölüm gibi gelirdi ona. Mutlaka kıpırdanma ihtiyacı, gezip dolaşma hissi duyardı içinde. Hiperaktif denilebilirdi belki onun bu huyuna ama o zamanarda henüz bu terim ortaya çıkmadığından, sadece aşırı hareketli olarak adlandırılacaktı. Evet, hareketi seviyordu. Her şeyin özü de hareket değil miydi zaten? Hareketsizlik ise... Huzursuzluk veriyordu ona, özgür olmalıydı bir kuş misali Eudor. Uçmalıydı uçabildiği yere kadar; gezmeli ve görmeliydi...

"Gir!" Elindeki kitabı yavaşça kapatarak oymalı ahşap masadan kalktı. Yüzünde sert değil ama her an kızmaya hazır bir ifade vardı. Kim, hangi cüretle kitap okumasını bölebilirdi? Düşsel seyahatini engelleyebilirdi? Muhtemeln en büyük kusuru buydu. Bir anda parlayabiliyordu karşısındakine. Dengesizdi biraz. Tamam, dürüst olacağım; biraz değil, dengesizlikle deliliğin sınırlarını zorlayacak kadar... Bir anda yüzüne güldüğü birine parlayabilirdi durduk yere. Ama en çok, en beter sinirlendiği zamnalar kardeşlerine zarar vermek isteyen, bir davranış değil, bir düşünce dahi olsa, bunu düşünene karşı duyduğu sinirdi. Kardeşlerinden birinin kılına zarar gelse, işte o zaman kimse tutamazdı Eudor'u. Büyük kardeşi Edward; biraz sertti, babasına çekmiş olmalıydı lakin onun içinde her zaman kedi gibi uysal bir başka Edward'ın saklandığını düşünürdü. Leartes; bu çocukta bir gariplik vardı, orası kesindi ama kendisine her zaman içten davranıyordu, değil mi? İçinde çıkarmaya hazır olduğu bir başka kişiliği varmış gibi görünse de, onu da seviyordu. Ve en küçükleri, Eléonore... Sevgili kızkardeşi... Ona 'En güzel beste' derdi genelde. Sevgisini açık açık gösterdiği ve ne yaparsa yapsın asla kızamadığı, ufacık bir sinirlenme bile duyamadığı içinde tek kardeşi hatat tek kişiydi...

Kapı açıldıktan sonra içeri giren Leartes'i görünce yüzündeki o parlamaya hazır ifade silindi. Onun her sözünü başını sallayarak ve masanın arkasına geçip, üstündeki kitabı kurcalar gibi yaparak dinledi. Bir an için ona Edward'ın kendisini çok sevdiğini söylemek istedi lakin yarı yarıya haklı olduğunu biliyordu Leartes'in. Edward ile arada dertleştiklerinde, yaşları birbirlerine yakındı sonuçta, söz Leartes'e geldiğinde açık açık söylemese bile sezinleyebiliyordu bunu.

"Az sonra aşağıda olurum."

Dük Juannes'in tam olarak ne istediğinden emin olamasa bile tahmin etmekte zorlanmıyor, fakat gene de tahminlerini ortaya döküp sunmuyordu. Juannes'den oldu olası hoşlandığını pek söyleyemezdi.
Susmasını bilmezdi hiç ve susacak aklı olmayana ne yazıktı. Kendisine dizelerini okuyan bir şaire başka bir şairi övmek ne kadar ayıptı...

Leartes çıktıktan sonra sandalyeye oturdu yeniden. Hazırlanmasına gerek yoktu çünkü zaten hazırdı. Aşağı inmek için de acele etmek istemiyordu... Biraz beklese iyi olurdu. Leartes ve Edward az da olsa bir süre başbaşa kalsalar fena olmazdı hani...
Derin bir nefes alarak birkaç dakika sonra kalkarak odasından çıktı. Bahçeye indiğinde seri adımlarla, bahçenin kokusunu burun kanatlarını açarak içine çekti. Gördüğü hizmetkârlardan birine kardeşlerini sorduktan sonra, adımlarını biraz olsun hızlandırarak soluğu onların yanında aldı. Sanki Leartes çağırmamış gibi kendisini "Sizi birarada görmek harika. dedi içtenlikle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Monthgomery Empty
MesajKonu: Geri: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimePaz Ara. 07, 2008 4:45 am

Canı ne kadar sıkkın olursa olsun bunu herşekilde yok etmesini gayet iyi biliyordu.Yaşamdan zevk almasını bilmek gerekti değil mi? Ne biçim falcıydı Inesa. Biraz zirzop ,birazda havai şımarık ve ne istediğini bilmez. Bir falcıdan çok züppe şımarık Aristokratlara benziyordu.Bahçelerinin önündeki çiçekleri toplarken neşeli bir aşk şarkısı mırıldanıyordu. Tavırları ,haraketleri anlaşılmaz biriydi.Kapkara saçları ve mavi gözleriyle aslında gizemli bir falcı gibi görünmesi gerekiyorken sıradan bir insana benziyordu.Ne için çağırılmıştı saraya? Hıh! Edward'ın falcısı olarak. O kadar tatlı bir yüze sahiptiki falına bakmak yerine direk yüzüne bakıyordu,bazen kendini aptal gibi hissetsede bunu saklamakta zorlanmıyordu.Avuçlarının arasındaki yaşam çizgisine bakmak için elini uzattığında o elindeki sıcaklığı teninde nasılda ürpererek hissediyordu.Garip bir korkuyla titredi ,bütün bunları hissederken kendini tehlikeyemi atıyordu acaba?Yaşamının elinden çekilip alınması istediği en son şeydi. Küçük narin elini bahçedeki çiçeklerin en güzeli olan güle uzattı fakat elini bu gül sarmaşıklarının arasına soktuğu anda bundan pişmanlık duydu ,çünkü eline dikenler batmış ve bir kaç yerini sıyırıp kanatmıştı. Küçük hafifçe yükselen sonradan sönen ani bir sinir patlamasıyla az duyulur bir sesle çığlık attı. Canı iyi yanmıştı,bahçelerini süsleyen bu sarmaşık güllerinin Inesa ile bir alıp veremediği varmış gibiydi.Yavaşça bir iki damla kanın derinin altından çıktığını gördü ,şansına küçük bahçe masasının üzerinde unutulmuş bir bez parçası vardıda bunu alıp eli üzerine özenle sardı,bir müddet durması iyi olacaktı,ondan sonra nasıl olsa acısınıda unuturdu ve yaraları geçerdi. Tıpkı eline dikenlerini batıran bu gül kadar hırçındı hisleride ,asla göründüğü gibi biri değildi. Burjuva bir ailenin kızı olupta bu ailede falcılık yeteneği olan biriydi.Burjuvalardan ve aristokratlardan genelde bu yetenekte olan kişiler zor görülürdü, bu ilki Olivia yapmıştı bildiği kadarıyla.

Kız kardeşinin o kırılacakmış gibi duran tavırlarına ve soylu duruşlarına sinir oluyordu.Bir aristokrat kadar iyi yetiştirilmişti, kibardı,zarifti sadece kadınlara verilen işleri yapıyor daha fazlasına karışmıyordu.Yaptıkları ne olabilirdiki? Bir köşeye çekilip dikiş dikmek,şarkı söyleyebilmek ve hikaye anlatabilmek,yeterli çeyizi olduğunda iyi bir gelin adayı olacaktı. Olivia nefret ediyordu onun bu başkaldırmayışlarından,belki hayatından memnundu , ama kendi kesinlikle böyle bir şey yapamazdı,bir erkeğin emri altına girmek en son isteyeceği şey olsada yinede fazlasıyla baş kaldırmıyordu, bunu yapmayack kadar akıllıydı.Bu yüzden kraliyet sarayında falcılık yapmayı kabul etmişti.
Uzun uçuk mavi keten elbisesinin etekliğini çekiştirerek hızlı adımlarla bahçeden çıktı.Gökyüzünde güneşin bütün parlaklığıyla etrafa ışık saçmasına rağmen hava esintiliydi.Açık kalmış kollarındaki rüzgarı hissedebiliyor ve buda ürpermesine sebep oluyordu.Güneşin sıcaklığını rüzgarın serinliğine tercih ediyordu açık sandalaetlerinin arasından ayaklarına değen çimlerin serinliğinde bile o günün geçen günkü gibi sıcak geçmeyeceğini gösteriyor gibiydi.Adımlarını biraz daha hızlandırdı ,her adımını biraz daha büyük atıyordu,bu şekilde yürüdüğü için annesi her zaman kızardı.Kibar genç bir hanım efendi asla bu şekilde bir erkek gibi hızlı hızlı yürümez zarif adımlar atardı.Herşeyine bu şekilde karışılmasından nefret etsede babasının hatırı üzerine annesine baş kaldırmamayı tercih ediyordu.Onunda bir erkek evladı olmadığı için kızının istediği şekilde yetişmesini istiyordu. Kraliyet sarayına giden yol evleriyle arasında uzun bir mesafedeydi o yüzden yürüyerek gitmek yerine bir ata binmeliydi.Bahçeden salona hızla geçtiğinde küçük bir kenar masası üzerine konulmuş vazoyu son anda devirmeden hızla tutup tekrar yerine yerleştirdi.Hızmetçilerden biri Olivia'nın aceleci tavırlarına baktı .Bir yere gideceğini anlamıştı,dışarı çıkacağı zaman hep böyle olurdu çünkü kabına sığmaz aceleci ve özgürlüğüne bir an önce kavuşmak isteyen beyaz bir güvercin gibi "Lady Olivia gideceğinizi annenize bildireyimmi?" Olivia kapıya ulaştığında arkasına bile bakmadan konuştu "evet iyi olur ,nereye gideceğimi biliyorsunuz nasıl olsa." dedi herhangi bir cevap dahi beklemeden hızla dışarı çıktı. Çok uzun zamandır Russell ailesinin yanında çalışan yaşlı adama yaklaştı,bir ata atlayıp gitmek isterdi ama günün sonunda azar işiteceğinii biliyordu ailesinin bu konularda bu kadar katı olmasına içerlesede ,zamanla susmasını bilmişti. "Beni kraliyete bırakabilirmisin" dedi sorusunun karşılığına olumlu bir baş sallama hareketiyle cevabını alınca gülümsedi ve eteğini biraz daha çekiştirerek ,iki iri atın arkasına bağlanmış olan yeni arabalarının içine girdikten sonra koltuklardan birine yerleşip oturdu.Saraya giden yol yer yer taşlı olduğu için arabada küçük sarsılmalara yol açıyordu.Tertemiz çimlerin ve ağaçların kokusunu hissedebiliyordu ,camdan etrafı seyrederken bütün görüntüler hızla kayıyordu.

Atların çıkarttığı nal sesleri ve arabacıların biraz daha hızlı gitmeleri için atları kamçılarken çıkarttığı seslere odaklandı,herşey huzur verici ve sakinleştiriciydi ,ruhu yavaş yavaş uçmaya başlayan bir kuş gibi kanat çıpmaya başladı,dudaklarındaki o hafif gülümsemeyle koltuğa yaslandı,rahatlayıp gevşiyordu,bir süre sonra göz kapakları ağırlaşıp kapanmaya başladı, temiz hava ve arabada oluşan küçük sarsıntılar genç kızın uykusunu getirmişti. Bir uykumu yoksa hafif bir iç geçmesimiydi farkedememişti. Garip anlaşılmaz rüyalar ve birbirinden anlamsız imgeler görmeye başlamıştı,rüyanın en can alıcı noktası Prens Leartes'in gerçekte olan görüntüsüyle hiçbir alakasının olmayışıydı.Kibar soylu ,zarif tavırlarından eser yoktu,o kadar acımasızdıki,gerçekte olduğunu sandığı şeyler birer yalandan ibaretmiş gibiydi .Olivia korkuyla uykusundan sıçrayarak uyandığında çok fazla etkilendiğini hissetti. Gerçek olamazdı bazen rüyalar gerçek dışıda olabilirdi,saçmalıktan başka bir şey değildi gördükleri. Prens Leartes o kadar ince ruhlu ve kibardıki ,bir anlık bir dalgınlıkla rüyasına giren Leartesle hiç alakası yoktu olamazdıda. Kafasının içinde oluşan şüpheleri hemen bir kenara itti, arabada kraliyet sarayının bahçesinde çoktan durmuştu. Arabacı ön kısımdan inip kapıyı açtı ve Olivia'nın inmesine yardımcı oldu,basamaklara dikkatlice basarak serin çimlere adım attı. Muhafızlara ve Kralın gözde askerlerine baktı,çevrede oluşabilecek en küçük bir saldırıyı can gözüyle bekliyorlarmış gibi tetikteydiler. Olivia'nın girmesi pek sorun olmuyordu çünkü Kraliyetin falcısı olarak çoktan tanınmıştı bile, yanında bulundurdu bir çok kartdan ve yaşamlarını okuyabiliyordu.Geleceği görebilme gibi bir marifetleri olsada gerçekleri her zaman söyleyemezlerdi ,çokta fazla ileriyi gördüklerini sanmıyordu zaten,küçük semboller ve imgelerle bir yere kadar görebiliyorlardı.

Bu yetilerinin kuvvetli olması bir falcı için tehlikeli olabilirdi.Ne kadar ileriyi görürsen o kadar tehlikede olursun çünkü vereceği haberlerin her zaman çokta iyi olacağını sanmıyordu bir veliahtı veya kralı kızdırmak işine gelmezdi.
Olivia bir an önce korkularından sıyrılıp küçük adımlarını biraz daha büyük atmaya gayret gösterdi muhafızlar geçmesine izin vermişlerdi.Sarayın bahçesinde bir an ihtişamını ve ön cephesini süzdü gözleriyle etrafı taradı ve son anda gözüne ilişen küçük görüntülere odaklandı veliahtlardan üçü arka trafa dönen sarmaşıklarla kaplı yarı kapalı bir alanda birbirleriyle konuşuyorlardı.
Yanlarına yaklaştığında küçük bir reveransla önlerinde yavaşça eğildi fakat Prens Eudor'un önünde daha fazla eğilmişti. Çünkü bir Ateş veliahtıydı ve onun hizmetkarlarında biriydi , ateş tılsımına sahip olmasıda Prens Eudor'a sağdık kaldığının bir belirtisiydi,ve diğer veliahtlardan daha çok seviyordu onu . "Yüce Hephaistos'un tek veliahtı bu gün iyidirler umarım" dedi ardından Prens Leartes'e baktı "Kız kardeşiniz Eléonore'nin sağlığı yerindemi efendim? Bir an önce falına bakmak için sabırsızlanıyorum" dedi ardından Edward'a baktı söyleyecek bir söz bulamıyordu kızardığını hissetti.Buraya neden ve ne amaçla geldiğinide bilmiyordu zaten ,aklında oluşan tek bahane Kraliyetin falcısı olduğuydu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Monthgomery Empty
MesajKonu: Geri: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimeCuma Ara. 12, 2008 7:30 am

"Bir arada olmak ne harika" dedi Eudor'un cümlesini tamamlarcasına ardından Leartes'e döndü "Oldukça iyiyim Zeus'un kölesi" dedi kibirli tavırlarından hiç ödün vermeden , dudağının uç kısmı alaycı bir gülüşle kıvrılmıştı,gözlerinde çakan kıvılcımları görmemek imkansızdı,neyseki Leartes'in bu ince ruhlu hallerine çabuk kanmıştı, onu bir tehdit olarak görmekten vazgeçmeliydi ,herşeyden önce kardeşiydi yinede her gördüğü yerde laf sokuşturmadan edemiyordu,eğer ... eğer bir yanlış haraketine rastlarsa onu özel bir kuleye hapseder kulenin adınıda Leartes yapar ve hiç çekinmeden kendi öz kardeşi üzerinde çeşitli işkence türlerini denerdi ."Umarım yanlış bir şey yapmaz,kardeş katili olmak biraz sıkıcı olurdu." diye düşündü Leartes'in gözlerine bakarken ,ardından elini Eudor'un omuzuna dokundurdu ,Leartes'i değilde Eudor'u destekliyormuş gibiydi. "Monthgomery'nin veliahtları bu gün bir kutlama düzenleyebileceğimi sanmıyorum özellikle Juannes'in beni size şikayet ettiğinin farkındayım ,neyseki bunun hesabını yalnız kaldığımızda kendisinde bizzat ben alacağım." dedi bir bahane bulmak istiyordu ama aklına bir türlü gelmiyordu,canı feci şekilde sıkılıyordu bunun sebebi garip bir şekilde daldan dala konan Edward'ın artık yorulmasından kaynaklanan bir şeymiydi bilmiyordu, saray içerisinde dönen dalavereleri çözmeye çalışmaktan her bir işçiyle ve en üst seviyedeki görevliyle teker teker ilgilenmekten sıkılmıştı, neyseki az sonra yanlarında beliren Inesa durumu kurtarmıştı.

Önlerinde kibarca eğilip herbir veliahtın hatrını teker teker sorarken ,kendisine bir hatır sorma inceliğine bile katlanmayıp umursamayan Inesa'ya dikkatlice baktı,özellikle Leartes'den sonra bu şekilde suskunlaşması ve konuşmamaya tenezzül etmemesi sıkkın olan canını iyice sıkmaya yetmişti. "Neden benim falımada bakmıyorsun Inesa ,yoksa bunu hak etmeyecek birimiyim?" dedi son anda kendine bakarkenki kızaran yüzünü görünce Edward'ın yüzünde garip bir tatmin ifadesi oluşmasını sağlamıştı. Eudor'a ve Leartes'e kaçamak bir bakış fırlattı ardından elini kardeşinin omuzundan çekip Inesa'ya yaklaştı yavaşça. "Bana bak bir " dedi Inesa'nın bakışlarını zorla kendine çevirmesini sağladı,sesi bir ricadan çok bir emir gibi çıkmıştı. " Yazık ,senin Eudor'un falcısı değil benim olman gerekirdi,böyle bir güzelliği yakalayacak kadar şanslı bir kardeşim var, ama ne yazıkki ben onun kadar şanslı değilmişim" dedi ardından sözlerini yarıda kesip arkasını döndü ve bir sedire oturdu. "Sizde oturun " dedi diğerlerine bakarak şimdiden bir Kral gibi davranmaya başlamıştı bile. Kardeşlerinin sandığından daha çok şeyle ilgilendiği kesindi.Bir çok Lejyoner yetiştirmişti Edward'ın savaş dehası diğerlerinden daha kuvvetlimiydi bilmiyordu ama ,bu tarz şeyleri santraç tahtasındaki bir oyun gibi gördüğü kesindi. Oturduğu sedirde geriye doğru kaykılarak yaslandı,kollarını birbirine kavuşturdu . " Bu seferki eğlenceyi ingilizlerin yaptığı tarzda yapmak istiyorum bir maskeli balo olacak, kabul edenler ? etmeyenler ? " kimsenin konuşmasına fırsat bırakmadan cümleyi noktaladı. "Kabul edilmiştir. Neyseki kardeşlerimde benimle hem fikir çok şanslı bir ağabeyim Inesa ." dedi genç kıza bakarak , konunun içine onuda katmaya çalışır gibi bir hali vardı ,kardeşlerine bir türlü fırsat bırakmıyordu herseferinde böyle değilmiydi zaten ? Bu tarz eğlenceleri Edward düzenlediği için bir itirazada hakları yoktu gerçi ve bu seferki baloda bir köle olmasına rağmen Shaniquanında bulunmasını istiyordu, her şekilde göz önünde bulundurmak istediği güzel kölesi... belki böylece yüzündeki bir maskeyle baloda Victoria'nında dikkatini çekmeden onunla konuşabilecekti.Şimdiye kadar ilgilendiği ve kibirle yaklaşıp azarlamadığı tek köleydi,bir inci tanesi kadar hassas ve güzeldi.

Eudor'a döndü. "Topraklarından kaliteli verimler elde ediyormusun Eudor? " ardından Leartes'e döndü "Ya sen sevgili küçük kardeşim, çok merak ediyorum doğrusu" dedi yüzüne doğru yayılan gülümsemeyi engelleyemedi. Tanımayan biri bile Edward'ın dalga geçtiğini anlayabilirdi, ardından bakışlarını Inesa'ya çevirdi "Bu gün kabul odalarımdan birinde seni görmek istiyorum." dedi herhangi şekilde itiraz etmesini veya bahane bulmasını engellemek ister gibi sözünü kısa ve emir dolu bir şekilde sonlandırdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 38
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Monthgomery Empty
MesajKonu: Geri: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimePaz Ara. 14, 2008 2:48 pm

Edward'ın kibirli sözlerine rağmen istifini bir an bile bozmadı. Dediği şey açık olsa da anlamazdan gelecekti onu. Aksi halde aralarının kötüleşmesi, onu da kötü gösterebilirdi etrafındakilere karşı ve zaten Edward'a karşı kullanabileceği en büyük kozu onun korkutucu veliaht, kendisinin de iyi kalpli, insanda hayranlık dışında bir şey uyandırmayan veliaht olmasıydı. Bunu kişisel çatışmaları için de tehlikeye atamazdı. Aptal numarası yapmayı tercih ederdi. Zaten zamanı geldiğinde, onun ölüm fermanını ''içi acıya acıya'' damgalayacaktı. Sonra da onun öldürülmesine dayanamadığını iddia ederek Artık resmen evlenmek zorunda kalacağı Ariadne ile kapanacaktı sarayda bir zamanlar kral ve kraliçeye ait olan yatak odasına. Belki biraz gerçekten içi sızlardı ama bunun ertesinde gelen güç bu sızıyı anında unutturur, onu avuturdu. Artı onun cesaret ve katkılarını onurlandırarak verdiği yeni rütbesi ve toprakları ile doğuştan asillere taş çıkartacak olacak Adonis'i de bu avuntusuna ortak edebilirdi. Dostlarını gerçekten ödüllendirmesini bilecekti aynı şekilde düşmanlarını da acı bir ölüm bekleyecekti. Bu düşünce ile kendi içinde cesaret bularak Edward'ın gözlerinin içine baktı ve gülümsedi. ''Juannes kime ne demiş bilmiyorum ama dedikodusu çabuk yayılmış kardeşim.'' diye yanıtladı onu. Dükün hayatını tehlikeye attığını biliyordu ama umurunda değildi. Amacı onu korumak değildi sadece biraz göz dağı vermekti. Tabi sevgili kardeşine duyduğu doğruları söyleyen saf, küçük kardeş tavırları altında yapacaktı bunu. ''Sarayda dedikodular çabuk yayılıyor. Hayret, oysa Lady Howard buralarda değil. Yoksa düşmanların sandığımızdan da mı hırslı sevgili Edward?'' Sonra yanına iyice yaklaştı kardeşinin. Gözlerine kederli bir ifade yerleştirdi. Onun durumuna, yaşadığı zorluklara gerçekten üzülüyor gibi görünüyordu. Ama umursuyor muydu? Hayır. ''Sevgili kardeşim, dikkatli olmalısın. Biliyorum ailemizin onurunu en büyük veliaht olarak hepten yüklenmiş olman seni yoruyor. Fakat elden ne gelir?'' İçini çekti ve Eudor'a döndü. Onun da bu konuda bir şeyler söylemesini bekliyordu. Fakat fazla da umutlu değildi. Onun zekasının sandıklarından da düşük olabileceğini düşünüyordu bazen. Bir kere, pek de dengeli olmayan tavırları onda bir eksiklik olduğunun en büyük kanıtıydı. Ona acırdı eğer bir rakip olmasaydı. Zaten buraya onu daha çok Edward'ı yumuşatması için çağırmıştı denebilirdi.

''Seni burada görmek daha harika Eudor. Nişanlın ile aran nasıl?'' Dedi ona hitaben, Edward ile ilgilenmeyi tamamen keserek. Kendisinden bir büyük kardeşi mi daha büyük tahlikeydi yoksa en büyük mü, bunu kestirmek kolaydı. Inesa'nın yanlarına gelişi ile de yüzüne yayılan bir gülümseme ile ona baktı. Bir saray soylusu değildi belki ama en az soylular kadar değer görürdü. Onu herhangi bir hizmetkar gibi görmüyorlardı. Görüp yanlış hareket yapanlara da gereken haddi kendisi bildiriyordu zaten. ''Biricik kız kardeşimin her zaman hasta olduğu konusunda haklısın ama bugünlerde toparladı gibi. Gene de tekrar hasta olacak bu sefer daha kötüleşecek diye korkuyorum. Umarım falına baktığında güzel şeyler çıkar.'' Yüzündeki gülümsemeyi daha da yayarak ona yaklaştı. Edward'a tek bir kelime bile edemediğini fark etmişti. Kızardığını fark etmişti onun ansızın. Fakat bunun sebebinin o sırada yanlarında olması mı yoksa Edward'ın varlığı mı olduğunu tam kestiremese de gözlemleri ikincisinin olduğunu gösteriyordu. Edward'ın da bu konudaki tavırları da beklendikti. Aslında tamamne tanıdık, beklendik bir insandı Edward. Kendisi ne kadar kötülüğünü dışına yansıtmıyorsa, Edward o kadar yoğun yansıtıyordu. Aslında çok benziyordu onunla. Fakat biri en büyük olduğundan kişiliğini açıkça ortaya koyabilmiş, diğeri de onun yanında yaşı yüzünden ezilmemek, onun düşmanlığını daha fazla çekmemek için adapte olmuştu. Edward'ı o kibirli hallerinin küçüklüğünde kaldığına ikna etmek, diğerlerini etmekten daha zordu çünkü aralarındaki benzerlik kendisini onun karşısında saklamasını zorlaştırıyordu. Fakat imkansız da kılmıyordu. İyi bir oyuncuydu Leartes. Rahatlıkla tiyatro sanatçısı olabilecek yeteneğe sahipti.

Edward'ın balo ile ilgili sözleri ile fazla ilgilenmedi. Katılmayacaktı zaten. Yapılıp yapılması da umurunda değildi. Zaten sadece onunla biraz alaka kurmak için bu konuyu açmıştı. Onun kendisi hakkındaki fikirlerini değiştirmek için her fırsatı kullanırdı. Zaten onun oturmasını emrine de pek aldırış etmemişti. Ayakta durmak işine geliyordu. Her en buradan kalkıp gidebilirdi. Zaten buraya biraz kafasını dinlemek için gelmişti, biraz da babasının gözüne görünmek kendisini unutturmamak için. Sera inşaati ile ilgilenecekti birazdan yola çıkıp. Bu konuyla ilgilenmese de kardeşine sanki bu olayla ilgileniyormuş gibi yaklaşmayı da ihmal etmemişti. Onun önce Eudor'a sonra da kendisine -alayla olmasına aldırış edecek değildi zaten sevilmediğinin farkındaydı- ürünlerini sorması ile aklına gelmiş gibi kaşlarını kaldırdı. ''Ah, Edward, iyi ki hatırlattın kardeşin. Ürünlerimle ilgilenmek için gün batmadan yola çıkmam gerek. Ne yazık ki tatilim bitti. Oh, oysa ne kadar istiyordum 'ingiliz' tarzı balona katılmayı.'' Sesinde en ufak iğneleyicilik bile yoktu. Zaten ona maskeli baloların Venedik yani yani İtalyan tarzı olduğunu anlatmanın ne faydası olacaktı onu kendisine daha da düşman etmekten başka. Sevgili kardeşi yaşı ve deneyimi ile övünüyordu ama dış dünyayla ilgilenmek için fazla kibirliydi. Sonra Eudor'a döndürdü yüzünü. ''Sevgili Eudor, cidden merak ettim, hayvanlardan yeterli verimi alabiliyor musun? İstersen ineklerin sütlerinin daha lezzetli olması için benim topraklarımdan üzüm yaprakları alabilirsin. Alimler bununla ilgili çok ilginç araştırmalar yapmışlar. Sonuçta her bir veliaht...'' Gözlerini Edward'ın üstünde kaydırdı. Bunu bildiğini biliyordu. Ama son günlerde sanki hatırlamıyor gibiydi. ''...diğerine muhtaçtır değil mi?'' Leartes'in kendisinin de aslında bunun anlamını tam kavradığı söylenemezdi. O daha çok bunun ellerindeki topraklarla ilişkili olduğunu sanıyordu. Eğer kardeşlerini zararsız hale getirir, topraklarına sahip olursa onlara artık eskisi kadar muhtaç olmayacaktı değil mi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Eudor Monthgomery
Veliaht
Eudor Monthgomery


Erkek
Mesaj Sayısı : 137
Tılsımı : Ateş
Belirgin Özelliği : Hareketlilik, Savaşçılık
Ruh Hali : Monthgomery Delibo10
Kayıt tarihi : 05/11/08

Monthgomery Empty
MesajKonu: Geri: Monthgomery   Monthgomery Icon_minitimeÇarş. Ara. 17, 2008 5:57 am

Havadaki gerginliği hissetmemek mümkün müydü? Hayır, istese de istemese de algılayabiliyordu bunu; kardeşleri arasındaki bilinen ama aslında asla bilinmeyecek olan 'kin'i. Ama en kötüsü de bunu engelleyebilmek, yok edebilmek için elinden bir şey gelmiyordu. Edward'ın, zavallı, saf Leartes'den ne istediğini bir türlü anlayamamıştı ki... Sadece gülümsemekle yetinirken Juannes hakkında söylenenlere, ne yalanlamak ne de onaylamak istemediğinden, elinden başka da bir şey gelmiyordu zaten. Arada kalan genelde kendisiydi hep. Arada kalma dediysem de, kavgalarda falan değil, bu tür konularda, sohbet ortamlarında olurdu. Kimi desteklese, kime ne dese, onaylasa bilemez, bu da içinde büyük bir sıkıntı yaratır, böylelikle içinde gittikçe büyüyen bu sıkıntıya katlanamayarak bunu giderme hissiyatı duyarak yerinde duramazdı bir türlü. Sürekli dolaşır, ava çıkar, onu yapar bunu yapardı. Evet, bu hareketliliğinin belki en büyük olmasa da nedenlerinden biri de aile içi bu gerginlikti. Derin bir iç çekti otururken sedire. Belki de kıskançlıktı bunun nedeni. İkisi de birbirlerini kıskanıyorlardı ama bu saçma olurdu? Bunun için bir neden yoktu, tüm veliahtlar özeldi, eşsizdi... Lakin aynı zamanda bütün kıskançlıklarda biraz olsun gıpta bulunur ve kimi zaman bu iki tutku birbirine karıştırılır. Gıpta tersine kıskançlıktan apayrı bir duygudur; ruhumuzu bizden üstün durumlar için kışkırtan, örneğin büyük zenginlikler, bağışlar ve onların durumunda taht...

Sevgili falcısı Inesa yanlarına geldiğinde bu gerginliğin biraz dağılmasını umarak gülümsedi. "Ruh ve beden sağlığım oldukça iyi durumda, içimdeki şu sürekli gezme dolaşma, bir şeyler yapma hissini saymazsak. Umuyorum benim sevgili, en gözde falcım da iyidir." Onun Edward'a bir şey söylememesi ve kızarması dikkatinden kaçmıştı. Zaten bu tür konulara asla dikkat etmedi Eudor. Edward'ın Inesa'ya ettiği iltifatları duyduğunda bile aklında en ufak düşünce yoktu bununla ilgili. Sadece eğlenceli bir şeyden bahsediyorlardı, o kadar. "Ha ha! Sevgili Edward, güzellikler konusunda her zaman şanslı olduğum bir doğru. Lakin senin şansızlığına gelince, bu şanssızlık daha çok evli olmandan kaynaklanmıyor mu? Güzel kadınlar yerine biricik Karın Victoria ile ilgilensen daha iyi değil mi?" hoş, gerçi kendisi de nişanlıydı. Zaten bundan biraz sonra Leartes de ona nişanlısını sormuştu. Güzel Inesa, biricik Inesa... Bir armoni gibi, insanın ruhuna değen ve okşayan şiirler gibi tüm benliğine yayılmıştı sanki. Ama bazen öyle bir an geliyordu ki onu unutup gidiyor, sanki hiç yokmuş gibi geliyordu ona. İşte o zamanlar onun sadece o bedensel güzelliğinden hoşlandığını ve aralarındakinin 'sevgisiz bir aşk' olduğu kanısına kapılıyordu. "İyi, gayet iyi. Son zamanlarda ona pek vakit ayıramadım gerçi ama bunu telafi edeceğim kısa zamanda." Ve sonra yine Edward'ın sesi... Bitmek bilmeyen, arka arkaya sıralanan sözcükler, onalrın birleşmesiyle oluşan cümleler... Başını ağrıtıyordu bu kadar hızlı konuşması onun. Nihayet kendi kendine, ama nasıl oluyorsa kendilerinin de katıldığı bir oylamadan sonra karar maskeli balo yönünde olmuştu. İster istemez bu konunun çözmlenmesinin duyduğu rahatlıkla, tebessüm eden dudaklarından sözcükler çıktı arka arkaya tıpkı onunki gibi ve bu sözckler bir cümle oluşturdu. "Yüce Hephaistos! Edward, biraz sus da mekanizman soğusun, lütfen! Bu kadar çok konuşacak enerjiyi nereden buluyorsun?" Gülümsemeyi yüzünde daha da yaydı ve Inesa'ya döndü ardından. "Evet, neden sürkli onunla aynı fikirde olduğumuzu açıkça görebiliyorsun Inesa."

Topraklarla ilgili soru üzerine önce Edward'a, ardından da Leartes'e döndü. Inesa'nın varlığı bile bu görünemz, bilinmez ve duyulmaz gerginliği yok etmemişti. Ah! Bunun nedenini bir bilseydi, sadece bir bilseydi... Elinden gelen her şeyi yapardı. Eudor! Zavallım ne kadar saf ve masum; tüm hırslarından arınmış ama aynı zamanda zeki, her şeyi olmasa bile bazı şeyleri kavrayabilen Eudor... Tahta çıkma hırsından tamamen arınmıştı, evet bunu açık açık söyleyebilirdi ama bunun yanında tahta çıkmak istemem derse de yalan söylemiş olurdu. Araya girme ihtiyacı hissetti. "İyi sayılırlar ama haklısın, besinlerinin pek kaliteli olduğu söylenemez. Senin yapraklarından almak, sakıncası yoksa çok hoşuma gider. Bir de kötü koku olmasa..." dedi son sözü mırıldanarak. Ve sonra Edward'ın onu daha sonra odalardan birisinde beklemesiyle ilgili sözler, Leartes'in gitmesi ile ilgili sözler... Herkes kendisiyle öyle doluydu ki, başkasını görecek hali yoktu. "Ya sen Edward? Topraklarında işler nasıl? Bir çok işi tek başına üstlenmek oldukça zor olmalı Leartes'in de dediği gibi. Yardım istersen bize söylemen yeterli biliyorsun. Bu arada Eléonore gene mi rahatsızlandı? Onu da aramızda görmek isterdim doğrusu. En güzel besteyi özlediğimi söylemem gerek."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Monthgomery
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Atlantis Role Play :: Saray Bahçesi-
Buraya geçin: