Atlantis Role Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atlantis Role Play

Tarih: 29.11.1420 || Hava: Güneşli
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kıymetlimisss

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeSalı Ara. 09, 2008 7:33 am

Yepyeni bir gün başlamıştı sabahın en erken saatleri genellikle günün en zor ama en güzel saatleri olurdu, sabahları uyanmakta zorlanmazdı ,belkide temiz havanın etkisiyle bu kadar erken uyanıyordu,ıslak toprak o kadar güzel kokuyorduki yeşil gözlerini yeni bir güne merhaba dermişçesine açarken , esneyip gerindi ve yüzünde tatlı hoş bir tebessüm oluştu.Yattığı yere bakılırsa aslında durumundan çokta hoşnut olmaması gerekiyordu,önceden ayarlanmış bir kaç sedir yanyana dizilmişti ve yataklar içerisine bir saman yığını tıkıştırılmışçasına sertti, ama yinede en küçük şeylerden bile mutlu olmasını biliyordu en güzel özelliğide bebeksi yüzünü hiçbir zaman hiçbir şekilde somurtma ifadesinin gelmemesiydi. Yatak kısa geliyor gibiydi ayaklarını rahatsızlıkla kendine doğru çekip gerindi ve fazla beklemeden hızla yerinden kalktı,kızıl saçları dağılmış birbirine karışmıştı ,duvara asılmış kenarları kırılıp çatlamış bir ayna parçasının önünde hafifçe düzeltti ,son zamanlarda hızla uzayan saçlarını bir kez daha kısalttırması gerekiyordu bu yüzden cezalandırılmak istemezdi,aynaya bakmaktan vazgeçip bir an olduğu yerde durup etrafına bakındı ,hiç kimse yoktu görünürde ,Kralın ve veliahtların kendi odalarına çekildikleri günlerden biri olmalıydı, arenada bir gösteri daha düzenlemediklerine bakılırsa. Bu durumdan yararlanan Lejyonerler ve gladyatorler'de kendilerine ayrılmış özel günlerinin tadını çıkartmaya başlamışlardı anlaşılan. Yatağın baş ucuna akşam yatarken bıraktığı beyaz keten tuniği çıplak vücuduna geçirip sarındı,tahta kapıyı hızla iterek açtı kapı sarsılmıştı ve öne geriye doğru yerinden kopacakmış gibi sallandı,kraliyetin malına zarar vererek büyük bir ceza alacağını bilsede umursamadı ,keyfi yerindeydi ve hiçbirşey bunu bozamazdı,garip bir enerjinin tüm bedeninin sarıp sarmaladığını hissediyordu, o günü naısl geçireceğine karar verememişti ,kimsesi olmadığına göre boş ve amaçsız bir şekilde gezinecekti yine.

Keşke geçmişini hatırlayabilseydi,kim olduğunu ne olduğunu bilseydi.On sene önce başından aldığı bir darbe yüzünden hiçbirşey hatırlayamıyordu.Öncesinde nasıl bir çocuk ve nasıl bir ailesi vardı bilmiyordu,hayatının o kısmını tamamen unutmuştu,bazen kendini zorlasada küçük küçük karanlık görüntüler arasında beliren silik yüzleri hatırlamaya çalışsada artık geçmişini öğrenmeye çalışmaktan vazgeçmişti.Gözlerini açtığı tek yer burasıydı,vespa köyüydü,Yemyeşil çimlerin ve bolca ağaçların olduğu en güzel yerlerden biriydi üstelik şehirdeki o kendini beğenmiş aristokrat ve burjuva topluluğundan tamamen uzak bir yerdi.Ilık havayı derince soluyarak içine çekti mis gibi toprak ve çim kokuyordu. Belkide iyi olmuştu hayatının böyle devam etmesi en azından kendine kısıtlı olan boş zamanlarında bile uğraşacak bir şeyler buluyor ve geçmişe dair hiçbirşey düşünmeye çalışmakla uğraşmıyordu . Ne annesi ne babasını,düşünüyordu. Bazen acaba kardeşleri varmı diye düşünsede bu garip düşünceyi içinde çoktan gömmüştü bile,yalnızlık bunaltıcı olmaya başladığı anlarda kendini hep üzüm bağında bulurdu ve o gün yine aynı yere yürümeye başladığını farketti,adımları kendininde farkında olmadan üzüm bağına yönlenmişti.Zihninde binbir düşünce yığınla doluşmuşken ne yaptığını farkedecek bir halde değildi. Tek yaptığı arkasında bıraktığı güneşin çimlerle kaplı toprakta silüetinin oluşturduğu gölgeyi seyretmekti, her adım atışında biraz daha uzayıp biraz daha uzaklaşıyordu.Hatırlayamadığı,uluşmak isteyipte bir türlü elde edemediği geçmişi gibiydi kendini takip eden bu gölgede her adımda biraz daha uzaklaşsada yine kendinden bir parçaymışçasına ona ait olduğunu gösterir gibi sürekli göz önündeydi,kendine geldiği o ilk günden beri bir damla göz yaşı döktüğünü veya somurttuğunu hatırlamıyordu. Köle tüccarları tarafından kaçırılmıştı evet ama en azından etrafında kendini bu adamlardan koruyacak birileri olmalıydı ve başına yediği o darbeden önce neden birisi gelip kurtarmamıştı ? önemsiz bir çocukmuydu acaba? başı boş bırakılmış değersiz küçük bir çocuk. İlk defa bu düşüncelerle sürekli tebessüm eden yüzü asıldı.Ne kadar zamandır yürüdüğünü bilmiyordu tek bildiği ayak topuklarında oluşan sızlamalardı,çabuk yorulmazdı ama bir an güçsüz kaldığını hissetti. Üzüm bağına varmıştı bile ,ağaç dallarından sarkan üzüm tanelerini görebiliyordu, her bir üzüm tanesi o kadar enfes görünüyorduki,iyice aşşağı sarkmaya başlayan üzümlerden biraz kopartıp kirli olmalarına aldırış etmeden yemeye başladı,ekşi bir tatla yüzünü ekşitsede yemeye devam etti,elindeki küçük üzüm dalıyla çimlerin üzerine sırt üstü uzandı,izinsiz girip kopramıştı üzümleri ama nasıl olsa kimse onu iyice uzamış bu çimlerin ve çalıların arasında bulamazdı,yaramaz küçük bir çocuk gibi herkesden gizlice saklanmış keyfini bozmadan yemeye devam etti.

Hayat bazen hayal kırıklıklarıyla dolu oluyordu ,bazende inanılmaz karşılaşmalara yol açabiliyordu,bunlardan biride Prens Leartes'i gördüğü o ilk gündü, o kadar çok andırıyorlardıki birbirlerini farklı renklere ve farklı yapılara sahip olmasalar ikizi olabileceğini düşünürdü. Onun masmavi gözleri Adonis'de yoktu mesela ve Adonis'in güneşte iyice belirginleşen kızıl saçları Leartes'de yoktu,birbirlerine şans eseri benzeyen iki ayrı insandılar sadece.Küçük bir üzüm tanesi daha alarak ağzına attı bu seferki tane daha tatlıydı.Gözlerini gökyüzünün maviliğine dikip bir süre bulutların pamuksu görüntülerini izleyerek keyfine bakmaya devam etti,ona ne kadar birbirlerine benzediklerini söyleyememesi ne yazıktı, ama buna fırsatı olmamıştı ve ne kadar uğraşsada bir türlü konuşma fırsatı yakalayamamıştı.Adonis önemsiz ve silik biri olsada çabuk farkedilecek bir fiziğe ve renklere sahipti ama Leartes'in arenada Adonis'i görmesi için öncelikle başındaki o koruyucuyu ve üzerindeki zırhları çıkartması gerekiyordu ve bu saygısızlığıda Kral'ın önünde hiçbir zaman yapamazdı.Neyseki çok fazla üzerinde durmamıştı kendi gibi olan bir çok kişi Prense benzediğini söylesede onlara çenelerini kapalı tutmaları için bir çok kez hadlerini bildirmesi gerekmişti.Adonis'den korkuyorlardı çünkü ondaki güç kimsede yoktu ,birisine soru sorduğu zaman bu soruların cevaplarına en doğru şekilde ulaşabiliyordu ve kimse bu yüzden Adonisle konuşmaya pek yanaşmyordu, o yüzden çoğu kes istediğini yaptırtabilmişti ,gözü eğer yüksekte olsaydı ,istediklerini çoktan elde etmeye başlamıştı ama öyle bir tabiatı yoktu bundan sonrada olacağını sanmıyordu halinden memnundu.Bu özelliğini kullanıp dikkatleri üzerine çektiği anda bir çok belanın peşi sıra geleceğinden ve şu anki hayatından çokta güzel omlayan bir sonun kendisini bekleyeceğinden emindi geleceği görme yetisi yoktu belki ama kimsenin işine burnunu sokarak daha fazlasını elde etmeye çalışmamıştı. Düşünceleriyle cebelleşip durmaktan vazgeçip elindeki üzüm çöpünü elinden fırlatıp attı fakat koluna bir şeyin çarptığını hissetti,bir ses duydu ve yeşil gözlerinin irice açılmasına sebep olan yüzü kendi yüzünün hemen dibinde gördü. "Lordum." dedi sanki kendi gözlerinin aynısı fakat mavi olan gözleri görünce şaşkınlıkla.
"Hay şansıma tüküreyim sıçtık..." dedi Prens Leartes'inde duyabileceği bir sesle. Şansa bak Prens Leartesin topraklarındaydı ve ondan habersiz üzüm bağında keyif çatıyordu,üstelik emrinde çalışan bir köleydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeSalı Ara. 09, 2008 8:53 am

Üzüm bağı, dün geceden beri uyuyamıyordu son günlerde sıcaklıkların artmasını düşünmekten. Eğer sıcaklık daha da artarsa olacaklar kabak gibi ortadaydı: Üzümler daha fazla dayanamayıp çatlayacak, büyük bir zarar çıkacaktı ortaya. Üstelik tamamı olgunlaşmamıştı hasat için. Eğer daha da kötüye giderse durum erken hasat zamanı gelecekti ki bu da şarapların kalitesini düşürecekti üretilecek olan. Dişlerini sıktı uzandığı yerde. Kendi kalesinde, kendi odasının içinde uzandığı rahat yatak kendisine bir türlü rahat gelmiyordu. Sanki diken, zehir doldurmuşlardı yatağa her defasında bir şeyler onu rahatsız ediyordu. Işıyan güneşi görünce de artık uyumaktan tamamen vazgeçti. Yapılacak işleri, denetlenecek bir sürü şey vardı. Bu durum sinirini bozuyordu. Ürünlerinin kardeşlerinkinden kötü olmasının tahttaki yerini tehlikeye atması da ayrıca bir stresti. Daha bu yaşında çıldırmak üzereydi. Ariadne'yi özlediğini hissetti. Evli olmadıklarından dolayı kendi evindeydi sevgilisi, ona diğer kızlardan öte âşık olmasa da ondan hoşlanıyordu. Artı, hayrandı, en kısa zamanda evlenmek için ondan söz almayı düşünüyordu. Artık daldan dala konmaktan sıkılmıştı. Çoktan evlenip bir sonraki varisi dünyaya getirmiş olan Edward'ın karşısında böyle tek başına çok az bir şansı vardı. Ona alternatif olarak en fazla nişanlısı olan Eudor olabilirdi. Her ne kadar babası onlara tahta geçmek için gereken özellik olarak yaşın ve çocuk sahibi olmanın en son aranacağını söylese de emin olamıyordu. Ne yapacağı bilinmezdi sevgili Eléonore'nin doğuşu yüzünden annesini katleden zalim kralın. Oğullarını ölesiye çalıştırır, sonra da tahtı varisi olana, en büyüklerine verirdi belki de kolaya kaçarak. Bu yüzden işi şansa bırakmamalıydı.

İçeriye çağırdığı hizmetlilerin yardımı ile üzerini giyinirken ve saçlarını düzeltir, temizlenirken onların dertsiz olduğunu düşündüğü yüzüne özlemle baktı. Ne güzeldi, ertesi gün tamamen kardeşlerine yenik düşmüş olarak kalmayı, yaklaşan kuraklık yüzünden halkın gözünde kötü duruma düşmeyi, evlenip taht şansını daha arttırmak ile özgürlüğü arasındaki seçimi hiç düşünmek zorunda kalmamışlardı. Onlar, zaten bütün bunlara hiç sahip olmamışlardı ki. Eğer bunu kaybederlerse farkına bile varmayacaklardı. Ya kendisi, kederinden hastalanırdı bunu biliyordu. İstediği an, hastalıkları yanına çağırmak gibi bir özelliği vardı. Bu sayede birçok işten sıyrılıp halkın gözünde gene o eski kibar, nazik, kederli prens olmayı başarmıştı. Hatta tüm bu işlerin kendisinin başının altından çıktığının asla bilinmemesini sağlayan kurnazca yöntemleri vardı. Bu yöntemlerin birçoğu konusunda Ariadne'den yardım alıyordu son günlerde. O da istiyordu kendisinin tahta geçmesini zaten, çok akıllıydı. Her ne kadar daha şimdilik ona tam olarak fikirlerini açmasa da, iç yüzünü göstermese de biliyordu ki sevgilisi gerekirse çıkarları için vatana ihanet edecek kadar da gözü karaydı. Dahası zekâsını iyi ve yerinde kullanıyordu. Onu pürüzsüz güzelliğinden de yararlanmasına engel değildi zekâsına olan hayranlığı. Onu koynuna almak, en büyük avuntusu oluyordu zaten. Onun avutucu sözlerini duymayı, kokusunu içine çekmeyi özleyerek hizmetkârların kendisini giydirmesini, pelerinin takmasını, hançerinden kılıcına kadar silahlandırmasını izledi.

''Buldum!'' diye sevinçle haykırdı hizmetkârların dağılmasını işaret ederek. Neyi bulduğunu söylemeyecekti. Sadece çevreyi dolaşacak ve uygun olup olmadığını inceleyecekti. Fikrini ondan sonra direk uygulamaya geçerdi. Asla içindekileri kimse ile paylaşmaz, uygulamadan ortaya çıkarmazdı. Fikirlerinin ve kendisinin güvenliği için böyle yapması şarttı. İkiyüzlü olması, bir kral adayının en iyi özelliğiydi ona göre. İşin iç yüzünü bilmeyenlerin kralın fikirlerini duyarak itiraz etmesine, sabote etmesine fırsat veremezdi. Bu konuda babasına da fikirler vermişti epeyce. Sol omzunu tutan pelerinin ucunu sağ tarafa atıp tuniğinin ön kıvrımlarını sakladı ve asil bir yürüyüşle odasından çıktı. Tarlaya gidecekti, inceleyecekti. Teknolojiyi sonuna kadar kullanmak için fikir edinecekti böylece.

Sonunda tarlaya geldiğinde kölelerin tuttuğu kutu gibi arabadan indi ve adamlarına onu yalnız bırakmasını emretti. Eğer peşinden geleni görürse acımadan kafasını keseceğini de eklemeyi unutmadı. Sonra pelerini havanın sıcaklığı yüzünden serbest bırakarak yürümeye başladı hızla. Uzun bir yolu vardı. Aslında taşınarak gidebilirdi fakat bu ne yaptığı hakkında fikir verirdi olası casuslara. Yürümesini bağın içine geldiğinde daha da hızlandırdı. Bu hızı arttıkça dikkati de azalıyordu, doğal olarak da bir yere takılma olasılığı da. Kıpkırmızı sarkan üzümleri görünce iştahı kabararak onlara doğru yaklaştı. Bunu yapar yapmaz da kendisini yere düşerken buldu. Son anda havayı kullanarak düşüşünü yumuşatmak aklına gelmişti. Gözleri o anda bu rüzgârın etkisi ile havalanan kızıl saçları, dalgalanan ve açılan tunik sayesinde ortaya çıkan kusursuz, tanrılara özgü bir muhteşemlik taşıyan kasları gördü. Saniyeler sanki ağır çekimde gibiydi. Bu ağır çekim sonucunda kendisini o kasların üzerine yatıyorken buldu. Yanakları kızardı istem dışı. Aynı zaman da gözleri bu kişinin yüzüne kaydığında şaşkınlıkla açıldı. Kendisine korkunç derecede benzeyen bir yüze bakıyordu. Oh hayır, kendi yüzünden daha güzeldi. Tam öpülmelik kırmızı dudaklar, güneşin yaladığı altın ten, yakuttan yapılmışa benzeyen muhteşem yeşil gözler, biraz uzamış kızıl saçlar. Kendisine gelebildiğinde onun çenesini tutarak kendisine çevirdi. ''Çok güzelsin.'' dedi hayranlık dolu bir sesle. ''Sen hangi elementin Tanrısısın?'' Ellerinin istem dışı olarak onun pürüzsüz yanaklarında gezindiğini ve daha aşağılara kayarak önce boyundaki damarları sonra da açılan tüniğinin sayesinde açığa çıkmış göğsündeki kabarık kasları takip ettiğini fark etti. Bir erkeği daha önce hiç istememişti, daha önceki imparatorların ve prenslerin erkek sevgilileri olduğunu duymuştu ama bunu çok saçma bulmuştu. Fakat bu güzelliğe tutulmak, onu istemek o kadar doğal geliyordu ki kendisine... Sıklaşan solukları ile onu göğsünden bastırarak kalkmasını engelledi. Ona göre zayıftı ama gücü de fena değildi. O alttayken rahatlıkla zapt edebilirdi bu basit giyinişli tanrısal güzelliği. ''Sakın kaçmaya kalkma. Beni mahvedersin. Hem bağımdan üzüm yiyip hem de beni keder içinde bırakman büyük bir hainlik olur. Ve işte o zaman gerçekten sıçmış olursun.'' Diye fısıldadı ona kulaklarına eğilip. Dudaklarında belirsiz bir gülümseme vardı. Üzüm bağı ile ilgili fikrini unutmasa da bu konuda dert etmeyi çoktan bırakmıştı. Ağaçların boyları iyiydi. Zararın kendisinden çok masraf yapılmadan bir sera alanı haline getirilebilirdi sıcaklara karşı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimePerş. Ara. 11, 2008 2:05 am

İlk defa bu şekilde hem korku hemde garip bir heyecanla titrediğini hissediyordu,korkumuydu bu gerçekten yoksa başka birşey mi? Böylesine bir karşılaşmayı beklemiyordu ;günlerce yüzünü şu an tam üzerinde duran genç adamdan saklamak için çabalamamışmıydı? şimdi ise elini Adonis'in üzerine bastırmış kalkmasını engelliyordu,yüzünü incelerken yerinden kalkmak için diretmedi ,olduğu yerde kıpırtısız bir halde durdu. Ne diyecekti şimdi? Kral'ın dikkatini küçük bir çocukken yeteri kadar çekmiş ve bir gladyator olarak eğitilmişti, şimdi ise onun oğlu tarafından gözetim altına alınmıştı.Hiç kimsenin dikkatini çekmeden hayatını basit bir şekilde geçirmek yada arenada kendisinden daha iyi bir dövüşçü tarafından sonunun gelmesini beklemekten başka bir isteği yoktu. Yaşa ve öldür...Hayatta kalması için kralın eğlence olarak algıladığı bu kan dökme olayını gerçekleştirmesi gerekiyordu. Peki şimdi ne olacaktı? Prens Leartes tarafından inceleme altına alınmışken ne gibi bir sonu olabilirdi. Adonis bir köleydi ve bir veliaht ne isterse onu yapmalıydı.Tüm bunları kısacık bir zaman diliminde düşünürken Leartes'in çok güzel olduğuna dair söylediği sözlere dikkat kesildi,bu seferde Adonis incelemiş ve yüzünün her bir santimini ,herbir mimiğini gözden geçirmeye başlamıştı. Hangi elementin Tanrısımı? bir tanrı olamayacak kadar basit biriydi. Bu şekilde görülmeyi biraz garipsede yinede gururunu okşamıştı. "Bir tanrı değil bir köleyim efendim ve armağan edilmiş tılsımım hava" dedi Leartes'in son sözleriyle kendininkiler birbirine karışmıştı, "Hayır kötü bir amacım yoktu sadece... sadece..." ne oluyordu böyle ? "Beni istiyorsunuz değil mi? bir köle ,istediğiniz zaman yanınızda bulacağınız bir sevgili gibi ,değil mi?" dedi son anda kafasında çakan şimşeklerle bu soruyu Prens Leartes'e yöneltmişti. Sorularına doğru cevapları alacağını biliyordu yeteneği sayesinde.Ne yapıyordu böyle, bu soruları sorarak. Belkide doğru cevapları verdiğini farketmeyecekti bile, sadece hakkında ne düşündüğünü merak ediyordu bakışlarını vücudunda hissederken bu tarz soruların aklından geçmemesi elinde değildi. Garip bir biçimde Adonis'de onu incelemeye başlamıştı.Kıpırdamamıştı şimdiye kadar ama bir an cesaretini toplayıp sağ elini Leartes'in yüzüne dokundurdu,kadifemsi yumuşak bir cildi vardı ,gözleriyse sonsuz gökyüzünün ve engin denizlerin maviliğini almıştı ,tıpkı Prenses Eléonore gibi. Diğer çocuklarda Atlantis'in o solmayan esmerliğini taşıyorlardı.
Bir an garip bir şekilde sarsıldı,yüzü solmuştu ve acı çekiyormuş başında şiddetli bir ağrı varmış gibi kaşları çatılmıştı.Garip görüntüler canlanmıştı gözlerinin önünde yüzlerini seçemediği ,kadınlı erkekli bir grup insan belirip kayboldu ,sonra gördüğü yüzleri seçemeden kim olduklarını anlayamadan görüntüler kayboldu.Prens Leartes'in bunu farketmemesi için bir şeyler yapmalıydı ama yapamıyordu,sıkça gelen sonrada hiçbir anlam kazanmayan bu görüntüleri gördüğünü hafızasını kaybetmiş bir köle olduğunu bilmemeliydi,gerçi bilse bile umursayacakmıydı acaba ? Geçmişinde ne olduğunu bilmiyordu ve sürekli şiddetli bir baş ağrısıyla belirip sonrada yok olan görüntüleri artık zapt etmeliydi yada bunun için birilerini bulmalıydı.

Bundan yaklaşık on sene önce bir Druid olarak yetiştirilmek üzere ailesi tarafından bir tapınağa emanet edilmişti,zengin bir aileydiler. Keltlerin , tanınmış ve bir çok yerde nam salmış bir ailesi oldukları kesindi ama içlerinde birbirleriyle çokta fazla barışık oldukları söylenemezdi ,dışarıya iyi görünüpte ailenin içerisinde yaygara çıkaran ve hükmetmeye alışık bir baba ve bu babanın her isteğine evet diyen bir annesi ,küçük bir kız kardeşi ve daha yeni doğmuş birde erkek kardeşi vardı. Yaşamının o zamanlar nasıl geçtiğini veya ne hissettiğini anlayamayacak yaştaydı ,tek bildiği sürekli çıkan kavgalar ve tartışmaların artık bir son bulmasını istediğiydi,bu yüzden babasının bir tapınakta eğitilmesini istemesine bir ses çıkartmamıştı.Fakat son olanlar artık canını feci şekilde sıkmaya başlamıştı ve artık tartışmaları kavgaları dinlemeye dayanacak gücü kalmamıştı işte sırf bu yüzden hem tapınaktan hemde evinden uzaklaşmak için o dağ yoluna sapmıştı sadece biraz yalnız kalmak istiyordu on yaşındaydı ve artık korkmaması gerekiyordu iyi cessur bir erkekti ve ileride ailesine o bakacaktı ,evden aşırıp cebine koyduğu bir somun ekmeği yol boyunca yürürken yemeye başlamıştı ,hava kararmıştı ama gökyüzünde ay'ın yardımıyla önünü görebiliyordu gece o kadar serin ve güzeldiki hem temiz havanın kokusunu içine çekiyor hemde bir yandan çizmeyle sıkıca sarılmış olan ayaklarının taşlı toprak üzerinde çıkarttığı sesleri dinleyerek yürüyordu o kadar gürültüden uzaklaşması iyi olmuştu böylece yaşının verdiği çocuksulukla o o küçük göl birikintisi üzerinde oynayabilecekti ,eve gidince büyük bir azar işiteceği doğruydu ,özellikle sorumsuzca davrandığını söyleyecekti babası ama o bunu pek umursamayacaktı.Bütün kelimeleri mazeretleri aklında çoktan oluşturmuştu bile,yürüyüşünü biraz daha hızlandırdı o göl kenarına bir an önce ulaşmak istiyordu böylece suyun içindeki küçük balıklarıda karanlık iyice bastırmadan izleyebilecekti. Bir müddet daha yürüdükten sonra atların çıkarttığı nal seslerini duymaya başladı.Bir tane değil birden fazlaydı bu sesler ve gittikçe yaklaşmaya başlıyorlardı.Bir an korkuyla tetikte durup dinledi ,gelen atlıların soylular olduğunu sanmıyordu çünkü genelde onların atlarının arkasından arabalarının tekerlerinin çıkarttığı seslerde duyulurdu, bacaklarını hızla gerip koşmaya başladı,koşarken tüm gücünü kullanıyor olabildiğince hızla kaçmaya çalışıyordu ama ne yazıkki arkasından gelenler daha hızlıydı , bir anda sık ağaçlıkların olduğu alana kaçmaya çalışırken ayağı farkedemediği bir kaya parçasına takıldı ve yüzü koyun yere düştü ya başını yere çok hızlı çarpmıştı yada taşa takılıp yere düşerken hemen arkasında beliren bir atlı tarafından ağır bir darbe yemişti,tek farkedebildiği kararan görüntünün arasında bir adamın attan sarkarak kendini kapması ve atın önüne baygın bir şekilde hızla atıp nereye götürdüğünü anlayamadığı o andı. Ondan sonraki günlerde uzun bir süre baygın kalmıştı ve uyandığında hiçbirşey hatırlamıyordu,üzerindeki kıyafetler değiştirilmiş yerine eski fakat temiz kıyafetler giydirilmişti. Öncesine dair herşey aklından silinmişti artık Adonis Alcandor'du Atlantis'li köle.Kızıl saçları beyaz teni ve yeşil gözleriyle bir Atlantisliden farklıydı bir çok kişinin arasında seçiliyordu ,bir köle olarak öne sürüldüğündede renkleri kralı cezbetmiş olmalıydıki diğer kölelerden önce Adonis'i istemiş ve çok büyük miktardada drahmi teklif etmişti.
Adonis bir an gözlerini kapatıp açtığında Prens Leartes'e boş bakışlarla baktığını hissetti, düşüncelere daldığını hissetmiş olmalıydı ,bir an kendini toparlayıp kolaylıkla altından sıyrıldı ve ne yaptığını farkettirmeden bu sefer Leartes'i altta bıraktı. Evet bu cüreti yüzünden cezalandırılabilirdi ama o an için korkmak yerine biraz eğlenmek istiyordu. "Ben Atlantisli bir Gladyotor'um Lordum ve emrinizdeyim ,ama unutmayın şu an eşit durumdayız." dedi artık masum bir çocuk değildi ve oyun oynamaya hazırdı onun sarı saçlarını parmaklarının arasından geçirerek dokundu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimePerş. Ara. 11, 2008 10:02 am

Sorduğu sorulara yanıt vermek ve vermemek konusunda tereddüt bile etmedi. Ona doğruyu söylemeyi istiyordu bu konuda. Her an, her zaman yalan söyleyemez, rol yapamazdı ya. Hele ki bu kadar güzel bir duygunun eşliğinde yalan söylemek saçma geliyordu. Ona karşı dürüst olmak için yanıp tutuşuyordu. Zaten yalan söylemeye kalksa buna güç bulamayacağını hissediyordu. Gözlerinde içten bir hayranlıkla yantladı onu. ''Seni istiyorum, kim olduğunu, ne olduğun hakkında bir fikrim yok ama istiyorum. Şimdi, benim kölem olmana çok sevindim. Sana ulaşamasaydım, istediğim zaman benim yanımda olamayacak olsaydın buna nasıl katlanırdım bilmiyorum.'' Onun korkusunu hissediyordu, soruları sormakta olan ani gelen ama bir o kadar da ani giden çekimserliği de farketmişti. Fakat bunun üstünde duramazdı. Onu öpmek istiyordu, ona sahip olmak ve bir daha da hiç kopmamak. Adını bilmediği meleğin kaşlarının çatılması ile kalbini yabancısı olduğu bir korku kapladı. Yoksa beğenilmemiş miydi, istemiyor muydu kendisini? Sonrasında olan şey rahatlamasına neden oldu. Onun vücudundaki sarsılma ile kendisi de sarsılmıştı onun üstünde olduğundan dolayı. Bir rahatsızlığı mı vardı yoksa? Bir korku daha, az öncekinin benzeriydi. Birini kaybetme korkusuydu. Bir an önce bir şifacıya onu göstermeyi umarak onun muhteşem yüz hatlarını incelemeye başladı. Çatılmış kaşlar, dalmış, camlaşmış yeşil gözleri içini yakıyordu. Bedeni bir kadına dokunurken bile bu kadar ani alevlenmemişti. Bu çok farklı bir duyguydu. Aşk olmalıydı. Evet, bunun adı aşktı. O bir köleydi, kendisinden aşağıda bir statüdeydi ama onun bir saçının teline kendisini feda edebileceğini hissediyordu. Bu çok yanlıştı, aklı başında olsa bu duygudan kaçar, onu uzaklara gönderirdi. Çünkü bir veliaht için en büyük tehlikeydi bu, özellikle de Leartes için. Elbisesinde dikili halde taşıdığı günlüğü kadar tehlikeliydi hem de.

''Seni daha önce nasıl fark edemedim? Benim topraklarımdasın, bana aitsin. Keşke biraz daha dikkatli baksaymışım. Sensiz geçirerek kaybettiğim zamanlar ölüm kadar kötü geliyor şimdi.'' Sesi fısıltı halinde çıkmıştı. Karışık ve duyulmayacak haldeydi. Fakat zaten bambaşka hayallere dalmış olan kızıl saçlı aşkı bunu duymayacak kadar uzaktaydı. Onun kalkmaması için bastırdığı elini onun üzerinden çekti ve yerine başını koydu. Kalp atışlarını dinlemek istiyordu masumca. Kollarını da ona sarmıştı gevşekçe. Onun kendisine geldiğini yeni bir titreme ile hissettiğinde kaldırdı başını. O yemyeşil, zümrütün en aşk dolu tonundan bakan gözlere tutsak olmuştu. Onun kendisine dokunduğunu hissetti o anda. Sonra dengesini kaybedip sırtüstü düştüğünü. Dehşet içinde açılan gözleri ile ayağa kalkmaya çalıştı. Gidemezdi, hayır, buna izin veremezdi. Fakat korktuğunun başına gelmediğini anlaması kısa sürdü. Onun kendisini bırakmaya hiç niyetli olmadığı gözlerinden okunuyordu. İfadesi rahat bir hal aldı. Korku ile aralanan dudaklarına bir gülümseme hakimdi. Ferahlamış bir şekilde nefesini bıraktı ve onun cesurca meydan okumasını dinledi. Eşiti ilan etmişti kendisini, aslında bir noktaya haklıydı, burada ikisi beraber yalnızlardı. Kimse kendisini koruyamazdı kendisi dışında. Kaldı ki onun kılına dokunacak kişinin canına okurdu bundan emindi yüzde yüz. ''Haklısın burada senin eşit... A yok, eşit değiliz.'' Aklına ansızın gelen bir şeyler kollarının onun beline dolayarak onu iyice kendine çekti ve onun bedenini kendisine yasladı. Artık onun o muazzam ağırlığını üzerinde hissediyordu. Bu onu iyice heyecanlandırmıştı açıkçası. ''Eşit değiliz, çünkü sen benim hakkımda adım dahil bir sürü şey biliyorsun. Ama benim senin hakkında bildiklerim gladyatör olduğun ve benim himayemde olduğun.''

Ellerinden birini belinden çekti ve onun yüzüne götürüp dudaklarının üstüne koydu. Bu seni öpmek istiyorum, anlamına geliyordu. ''Diğerlerini yavaş yavaş öğrenirim. Söyle bana sevgilim, adın da en az kendin kadar tanrısal güzelliğe mi sahip? Sana nasıl seslenip, seni nasıl bulabilirim?'' Dudaklardan kayan parmak onun çenesine doğru ilerledi ve ansızın durdu. Sonra diğer parmaklar devreye girerek çeneyi yakaladı ve kendisine doğru çekti. Onun nefesinin yüzüne çarptığını hissediyordu. Aşkla irileşen gözlerinde mavi renkli şişekler belirmişti: Zeus'un şimşekleri... ''Benim misin gerçekten? Benim mi oldun? İstediğim her şeye sahip olabiliyorum ama sanki sen bana, babamın tahtı kadar uzak ve değerliymişsin gibi. Yemin ediyorum, kardeşlerimin bile karşısında bu kadar aciz düşmedim. Galiba burada köle, hizmetkar olan benim şu anda. Bana ait olman için her şeyi yaparım. Ayaklarına bile kapanırım. Ah, bu ne demek biliyor musun? Sana deliler gibi aşık oldum. İmkansız ama bir anda.'' Onun görüntüsünün tıpatıp kendisi gibi olması bile kafasını karıştırmıyordu bu konuda. Bundan emindi, hem de düpedüz emindi. Kendisini gerçekten teslim edebileceği tek şey bu harika keltti. Onun gözlerinin yeşilinde kayboluyor, oyun isteyen yaramaz gülüşüne kapılıyordu. Oynamak istiyorsa istediği kadar oynasındı. Kuralları onun koymasına izin verecek kadar tutkundu. Kibirini bile unutmuştu onun altında duruyorken. Fakat aklına takılmazsa olmazdı. Acaba o, kendisini bu kadar seviyor muydu? Peki ilerde sevebilecek miydi? ''Ya sen? Beni sadece boyun eğmediğin takdirde acımasızca öldürebilecek biri dışında görebiliyor musun? Beni sevebilir misin peki?''
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeSalı Ara. 16, 2008 6:36 am

Ne garip bir duyguydu bu, ilk defa hissediyordu böyle bir şey üstelik kendine o kadar çok benziyorduki; yo hayır arada fark vardı,o kadarda benzemiyordu ,yoksa sırf bu yüzden hoşlandığını hisetmeye başlayacaktı.Altındaki bedenden yayılan sıcaklığı hissetmesi daha fazla ona doğru çekilmesine sebep oluyordu,nasıl böyle kusursuz yumuşacık bir cilde sahip olabiliyordu? vücudunu serbest kalan eliyle kendine doğru hızla çektiğinde ağırlığının altında ezildiğini hissetti Leartes'in ,bu kadar yakınında olmak garip bir duyguydu,soluk alıp verişlerinin gittikçe hızlandığını hissetti, daha öncede bu şekilde hissettiğini hatırlıyordu ama o zaman altındaki köyün en güzel kızlarından biriydi, bir veliaht değildi. "Adonis ... adım bu ,bir köle pazarında kendime geldiğimden beri bu ad ile sesleniyorlar,sebebini bende bilmiyorum,belkide bu adı uygun bulmuşlardır gerçek adımı bende bilmiyorum " hipnoz edilip büyülenmişçesine mavi gözlerin derinliklerinde kaybolmuştu , sanki konuşan kendi değilde bir başkasıymış gibi sesi uzaktan ve yabancı geliyordu.Kendini aşırı derecede acayip hissediyordu, böyle bir şeye alışık olmadığı için tedirgindi biraz. Dudağına dokunan parmağın sıcaklığını hissetti ardından yüzünde yavaşça dolanmaya başlamıştı. Rahatlamaya başladı ve hafifçe gülümsedi , dudaklarına baktı ,gençliğin verdiği tazelikle o kadar güzel duruyorlardıki tadına bakmadan rahat edemeyeceğini hissetti,rüzgarın etkisiyle çimlerin çalılıkların çıkarttığı hışırtıdan başka bir ses duymuyordu yüzüne vuran tatlı serinlikle ve kendine bakan bu yüzün güzelliğiyle hipnoz edilmişçesine eğildi ve dudakları birleşti,sıcak küçük bir öpücüktü ,dudaklarını yavaşça geri çekti ve "kendimi garip hissediyorum alışık değilim , ama çözemediğim şey seni neden bu kadar istediğim? yüce Zeus aşkına ben daha önce hiç... " anlatacak bir söz bulamıyordu ne derse kızdıracağını veya bir şekilde onu yaralayacağını hissediyordu, o kadar yabancısı olduğu bir duyguyduki ,daha önce kimseyi öperken böyle bir bağlılık hissetmemişti. " Sadece bütün kargaşadan uzakta sakin bir hayatım olsun istemiştim ,basit bir köylü gibi kırlarda dolaşabilmek özgür olabilmek ama bu gittikçe zorlaşıyor öncelikle bir gladyator olarak eğitildim şimdide Kralın gözde veliahtına ne olduğunu çözemediğim hisler duymaya başladım, bir şekilde yaşlanıp yatağımda huzur içerisinde ölemeyeceğim , evet tek çarem sonumun sizin elinizden olması Lordum " söylediklerine kendide inanamıyordu nasıl olupta bir Veliahta bu kadar içten açıldığını bilmiyordu ,belkide kendini büyülemişti. "Sana benzediğim için bu kadar ilgini çekiyorum değil mi? onun haricinde sıradan bir köleyim hiçbir özelliğim yok bunu biliyorsun." dedi

Üzerinden yavaşça çekildi ve hemen yanına oturdu,yapabileceği bir şey yoktu , geçmişini bilsede bu bir işe yaramazdı. Hiçbir zaman bir aristokrat olamazdı. Leartes'in yanında yer alsa bile küçümseneceğini biliyordu. "Evet lordum emrinizdeyim ve benden ne istiyorsanız onu yapacağım, sadık bir köleniz bile olsam , sizin iyiliğiniz için ne gerekiyorsa onu yapacağım." Hiçbir şeye sahip olamayan bir köle olarak onun kalbine sahipmiydi gerçekten yoksa sadece ,altı çiziktirilmiş ve bir müddet heves alındıktan sonra kenara itilecek birimiydi? Bilmiyordu geleceğinin nasıl olacağı sadece bir dalavereye karışmadan huzur içerisinde hayatını devam ettirmek istiyordu. Her gün biraz daha yaşaması için bir başka gladyatore yenik düşmemesi gerekiyordu. Onun için bir oyuncak santranç tahtasında öne sürülecek bir piyon olup olmadığını bilmiyordu ,belkide bundan daha değersiz biri olabilirdi,hiçbir zaman bir köylü bir aristokratla eşit olamayacaktı, belki yüzyıllar sonra... bunu görebilmek için daha fazla yaşayabilmeyi arzulardı ama Adonis'de zamanı gelince ataları gibi toprağa karışıp yok olacaktı. Belki tarih kitaplarında bir yerlerde bir şekilde adı geçerdide kendinden sonra gelecek nesillere kim olduğunu , nasıl bir insan olduğunu duyurabilirdi , ama bunun için öncelikle kalbini bu bebek yüzlü veliahta teslim etmeliydi.Gök yüzünde güneşin biraz daha belirginleşip sarardığını hissetti ,çimlerin üzerine serpiştirilmiş küçük papatyaları ve kır çiçeklerini gördü ardından büyük bir azimle toprağı delip çıkmış büyük üzüm ağacına takıldı gözleri, nasılda herşeyin bir sebebi vardı ve bunca şey nasıl kendi kendine yaşamlarını sürdürüyordu? "Kaç yalındasın onyedi ? onsekiz? yaşın benden küçük sanırım " Adonis yirmili yaşlarındaydı ve romalı geleneğine göre çoktan evlenmiş olması gerekirdi,zengin kesimden olsaydı tabi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeSalı Ara. 16, 2008 4:15 pm

''Adonis, Venüs'ün sevdalısı, muhteşem.'' sözleri dudaklarından fırladı ister istemez. Ardından onun dudaklarının tatlı sıcaklığını duyumsarken, aldığı hazzın etkisi ile kasılırken bu durumun garip olduğunun da farkındaydı. Tanrılar insanı iki cinsten yaratmıştı. Kadını, özellikle erkeği sevsin, onun hayatının bir parçası olup boyun eğsin, ona çocuk versin diye yaratmıştı. Erkek de bunun karşılığında onu nufüsüna almalı, sevmeli ve korumalıydı. Fakat bir erkeğin bir erkeği sevmesi, nasıl mümkün olabilirdi ki? Mantığı küt küt atan kalbine, dokunuşlar ve muhteşem bir öpücük arasında eriyip giden bedenine karşı geliyordu. Bu olamazdı, bir erkek ve bir erkek, çok tersti. Görüyordu gelecekte olacakları, biri kibirli bir veliaht, diğeri de kibar saray çevresinden uzak yetişmiş, arenada en güçlünün kendisi olmasına alışmış biriydi. Şimdiden içine kurt düşmüştü zaten Adonis'in üstüne çıkması ile. Acaba hangisi birbirine üstünlük taslamaktan önünde sonunda vazgeçecekti bu ilişkide. Bu kişinin kendisinin olmasını istemiyordu işte. Diğer yandan onun ağırlığı altında kalan bedeni, atan kalbi bunun tam tersini söylüyordu. İkilemde kalmıştı açıkçası. İlişkileri bir savaştan ibaret olacaktı, birbirlerine boyun eğme ve ya da ona gücünü gösterme, kendi erkekliğinden mümkün olduğunca taviz vermemek gibi bir ikilemde kalacaklardı. Daha ileri gidildiğinde, aralarında olup bitecek, Eros'un yaratısı olan şeyin nasıl olacağını bilemiyordu. Onun kendisine nefret edip tiksindiği şeyi yapmasına izin verebilir miydi? Verse de o gece uyuyabilir miydi bilmiyordu. Aynı şekilde, onu o kadar sevdiği halde onun ruhunu ve bedenini yıpratmya nasıl kıyacaktı? O kendisini geri çektiğinde aşk dolu bakışlarının ardında ustaca gizlenmiş, varlığını hissettirmeyen bir endişe vardı.

Onun bahsettiği sade hayat, kırlarda özgürce dolaşmak, mümkün olabilir miydi peki kendisi için? O önem vermediği insanlara bu kadar gıpta etmeye başlayacağı hiç aklına gelmemişti. Her zaman gerginlik içerisindeydi. Her daim halkın gelirini, sağlayıp, kendi gücünü nasıl koruyacağını düşünmüştü. Edward'ın tahta geçerse kendisine yapacaklarını kabuslarında görüp her defasında ter içinde uyanmıştı daha on üç yaşındayken. Bütün bunları ona anlatmak, içini döküp rahatlamak istiyordu. Fakat güvenemiyordu kimseye, Adonis'e, sevdiği, ansızın çıkagelen aşk oku ile vurulduğu kişiye bile güvenemiyordu. Onun bile ağzından çıkacak yanlış bir söz, kendisi hakkında şüpheleri, dolayısı ile ölümü de beraberinde getirirdi. Ona sarıldı ani bastıran, beynine saldıran sıkıntıları üzerinden atmak ister gibi. Fakat kolları o, sorularını sorduğunda boşta kalmıştı. Ansızın olduğu yerde doğruldu ve onunla yanyana otururken buldu kendisini. ''Bilmiyorum, emin olamıyorum Adonis. Bir an bana benzerliğin kafamı karıştıracak gibi oldu ama sonra fark ettim ki aynaya bakacak vaktim olmadığı için neye benzediğimi bile doğru düzgün hatırlamıyorum. Edward gibi her sabah kendime sarkıntılık edecek kadar da kendime tutkun da değilim. Bu yüzden sebep ne söyleyemem, bilmiyorum, cidden kafamı karıştırdı ama bu nasıl desem. Tıpkı senin dediğin gibi gerçekten garip. Bir kadına hissetmeliydim bu hisleri. Doğaya baktıkça başka türlüsü imkansız gibi. Üstelik bu o kadar yoğun bir şey ki kaçmam imkansız.'' Elini kaydırarak onun elini tuttu ve kendisine çekti. Ardından o eli güven duymak ister gibi göğsünün sol tarafına, kalbinin üstüne koydu. Oh evet, biraz olsun bu dokunuşla doğduğu andan beri bulaştığı başka türlüsünü bilmediği gerici yaşamının, siyasal enrikaların etkisini atmıştı. Rahatlamış bir şekilde gülümseyerek ona baktı. Bu anda birden yüzündeki ciddi ifade kayboldu, daha çocuksu, daha masum, daha yaşına uygun görünüyordu artık.

''On sekiz sanırım, hatırladığım kadarı ile öyle, ama bazen kendimi yüz yaşında sanıyorum.'' Yüzünde beliren muzip ifade ile ona baktı. Neden onun sorularına yanıt vermek istediği gibi değil de aklından ne geçiyorsa öyle yanıt veriyordu? Bu gidişle çok aptalca bir pot kıracaktı. En iyisi az konuşmaktı. En azından onun kendisine bir şeyler anlatmasını sağlayarak bunu yapabilirdi. Soru sormasını nasıl engelleyebilirdi? Belki de sessiz kalmaya karar verirse bunu yapabilirdi. Yo hayır, sessiz kalamazdı. Adonis'in kalbini kırmaktan bir köle olmasına rağmen o kadar korkuyordu ki. ''Havanın tılsımını taşıyorsun benim hizmetkarım olduğıundan. Peki söyle bana, bu yolda elde edebildiğin bir güç var mı? Bana bağlılık yemini ettiğine göre bir gücün olmalı. Benimkisi uçmak mesela.'' Sonra bir an düşündü. Onu gerçekten çok merak ediyordu. Ayrıca bir veliaht olarak kimseye güven duymaya hakkı olmadığını düşünse de onun dürüstlüğüne güveniyordu. Bir de onu öpmek istiyordu, kendinden geçene kadar öpmek. Fakat daha ilerisini Tanrılar bilir ne zaman isteyebilecekti. Şimdi bu, o kadar yabancı ve garip geliyordu ki en ufak şekilde ilgisini çekmiyordu. Söz konusu Adonis olsa bile... ''Tamam burada eşitiz ama gene de söylediklerimi yaparsın değil mi?'' dedi ansızın onun gözlerinin içine bakarak. Bir süre bekledi ve ona yaklaştı. ''Sarıl bana, şu kendimle ve senle başbaşa kalabildiğim kısacık anın tadını çıkarabileyim. Kim bilir ne zaman seni tekrar görebileceğim. Benimle gelecek olsan bile seninle ilgilenemeyecek olmam çok üzücü.'' Suratını astı ansızın bir anda sanki on yaş yaşlanmıştı yeniden ciddileşen yüzü sayesinde. Lanet olası şu havalar yüzünden entrikalarına bile vakit bulamıyordu. Zaten saray hayatından da giderek uzaklaşmıştı. Bakire olarak kalmaya karar veren sevgilisi kendisine en fazla öpüşme ve sarılma konusu dışında bir şeye izin vermediği gibi de bu duruma pek de katkı sağlıyor sayılmazdı. Bu gidişle stresini atmak için ya Adonis'i o anlamda da çekici bulmaya çalışacak ya da kölelerden birini odasına almak gibi bir onursuzluk edecekti. O an, garip bir şekilde, sanki doğalmış gibi Adonis'i tercih ettiğini hissetti. Yanakları kızarmaya başladı, solukları hızlandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimePerş. Ara. 25, 2008 2:29 am

Çocukken herşey o kadar saf ve temiz görünürki gözümüze , herşey doğal bir zerafetle hareket ediyormuş gibi hissedersin, doğanın döngüsünü ,yaşamın nasıl ilerlediğine dair kafanı yormazsın, hayat herşeyiyle gözüne güzel görünürken , herşey bir oyuncakmış gibiyken birden bire dünyan altüst olmaya başlar. Sebebimi ne ? çünkü artık büyümeye başlamışsındır. Dünya artık bir masalsılıktan çıkıp kirlenmeye başlar , o toz pembe renkler artık siyaha dönmeye başlamıştır. Herşey yavaş yavaş beyazdan griye , griden siyaha dönüşür.İnsanlar sahtekar ,insanlar yalancı ve insanlar düzenbazdır. Hiç mi iyi kimse yok peki? Nedendir bilinmez bütün iyi bildiklerim birer yılandan başka bir şey değilmiş. Lanet olsun dünyamı karartanlara ve yine lanet olsun bir zamanlar dostum olup şimdi beni yüz üstü bırakıp gidenlere ... ve yine lanet olsun bana kendi çıkarları için dostum diyen sahtekarlara ...
Korku, ümitsizlik ,yaşama sevincim bitmeden önce bir dostun fedakarlığına ,bir sevgilinin samimiyetine ,sevgisine ihtiyacım vardı. Artık bakışların ardındaki gizemleri çözmeye çalışmamalıyım.Bu yetenek belkide bana bir cezadan başka bir şey değildi. Sorduğu soruyla ürperdiğimi hissettim, yeteneğim ne olabilirdiki? ona söylediğim an benden korkmaya başlayabilirdi, çünkü onun gizemini izni olmadan çözebilecektim ben yalancılar için öne sürülen bir alettim sadece,onların doğruyu söyleyip söyleyemediklerini anlayabilirdim. Leartes'de karşımda durmuş ,bana en içten en kirlenmemiş haliyle cevaplar verirken aslında bunların kendi isteği dışında olduğunun farkında değildi. O kadar güzel bir yüze sahiptiki konuşurken bir meleğin parıltısını görebiliyordum.İşin garip tarafı onunda beni aynı şekilde gördüğünün farkındaydım, içimde bir anda oluşan bir güvenle biraz daha yanına sokuldum, yüzüne dokunmak kadifemsi tenini hissetmek istiyordum karşı koyamadığım bir dürtüyle. Oturduğum çimlerin üzerinde biraz daha geriye doğru kaykıldım, vücudumun ağırlığını sağ elime vererek altımızda tüm sıcağıyla bedenimize yayılan sıcak topraktan destek aldım, diğer elimle boynunu hafifçe okşadım saçları ipekten bir kumaş gibi elime temas ediyordu. Nahoş aynı zamanda hoş bir duyguydu. Konuşmaya başladığımda gözlerinin içine ,derinliklerine baktım maviliğin üzerinde oynaşan ışık hüzmelerine takıldı gözlerim. " Uçmak ... güzel ama bence gücün bir hipnoz olmalıydı - kaldıki şu an beni hipnoz ettiğine dair yemin edebilirim" masmavi gözlerinin ardında ne gördüğümü anlayabilmiş değildim ama gözlerimi bir türlü kaçıramıyordum ondan başka bir yere dahi bakamıyordum sanki esir alınmış gibiydim. Yapmamalıydım böyle bir şeyi , onun emri altına girerek gelecekteki hayatımı tehlikeye attığımı hissediyordum, ama ilk defa içimde seneler sonra birine karşı bu kadar güven hissediyordum . O falcının söyledikleri birer birer kulağımda çınlamaya başlamıştı. Veliahtlardan olabildiğince uzak durmalıydım. Bir kaosun içerisinde sürüklenebilirdim. Olmuyordu işte , o an yerimden kalkıp uzaklaşıp gidebilirdim , Leartes'den saklanabilirdim, ama kendimi ona ait hissediyordum , yerime çakılıp kalmamı sağlayan duygular beni esir alıyordu. Sanki bağlılık yemini etmişçesine bir bağla ona bağlanmış gibiydim.

" Senin geleceğin benim sonum olacak Lordum" bu lafları söyleyen sanki ben değilmişim gibi hissettim bir an , ona gücümün ne olduğunu söylememiştim, bir an tereddüt etsemde bunu saklamayı yeğledim nasıl olsa ne olduğunu öğrenecekti ,lafların ,sözcüklerin arasında gizleyip saklamak en iyisiydi. Benimle ilginemeyecek olmasının kötü olacağını söylediğinde ne hissettiğimi kendim bile anlayamamıştım , hayal kırıklığı olabilirmiydi bu? Bir an yüzümün asıldığını ve gözlerimin körleşmişçesine karardığını hissettim "Evet belkide en iyisi budur , tahtın sahibi olabilmeniz için yerine getirmeniz gereken görevleriniz var ,bunlardan öncelik getirmeniz gerekenlerden biride bir ailenizin olması ve sizden sonra yerinize geçebilecek bir veliahta sahip olmanız , Prens Edward ve Eudor şu an en şanslı veliahtlar olmalılar" hangisinin tahta geçeceğini bilmiyordu ama bir ailesi olduğuna göre Prens Edward'ın kral olması en büyük ihtimaldi. Onun ne kadar acımasız olduğunu biliyordum , ama bir savaş dehasıydı , elde edeceklerini küçük bir oyunmuşçasına oynayabiliyordu. Halkının nasıl bir disiplin içerisinde yönetildiğine en az bin kez şahit olmuştu, şayet isyancıların teker teker yakalanıp topraklarındaki girişlere kellelerinin asıldığını görmüştü. Halkı korkuyordu ondan , Kral'ın sadece bazı özelliklerini almış acımasız bir kişilikti. Diğer Veliahtlara bir şey yapabileceğinden korkuyordu. Sadece Hera'nın krallığında kalıp yönetmesi en iyisiydi , hava ,su ve ateşinde yönetimini eline alırsa sonumuzu düşünmek bile istemiyordum.
Bir an bütün bunları düşünürken Leartes'e daha fazla güvendiğimi hissettim , bakışlarını yüzümde hissediyordum ,beni ilgiyle süzmesi hoşuma gitmişti, yüzümdeki gülüşün bu ilgiye karşılık artmaya başladığını hissettim az önce çaldığım öpücüğün aynısını tekrar dokundurdum dudaklarına fakat bu sefer geri çekilmedim, bıraktımki o sonlandırsın. Fakat buna son getiren Leartes değildi bu seferki, korkuyla yerinde sıçramama sebep olan bir kadın sesiydi. "Tövbe tövbe başımıza taş yağacak..." bu topraklarda çalışan işçilerden biriydi sadece, beni çocuğu gibi seviyordu ve Leartes'le görünce küçük bir şok geçirmiş gibiydi, eliyle beli arasında sıkıştırdığı sepeti biraz daha sıkarak gerisin geri kaçmaya başlamıştı. İçimde kocaman bir kahkahanın yükselmeye başladığını hissettim , kendimi bu kahkahayı salmamak için o kadar zor tutuyordumki yavaşça kızarmaya başladığımı hissettim bu kahkahayı tuttuğumdan dolayı bir anda öksürmeye başlamıştım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeSalı Ocak 06, 2009 10:02 am

Hayatımın en harika anıydı. Uçuyordum sanki. Dudaklarımda güller gibi açan tebessüm, onunkileri tatmak için sabırsızlanıyordu. Adonis'in yüzüme dokunan tatlı parmaklarını dah fazla hissedebilmek için gözlerimi yumdum bir anlığına. Tüm endişelerim, tüm telaşım, tüm korkularım bir anda uçup gitmişti. İçimde hoş bir sıcaklık vardı, o benimdi, ben de onun, bundan adımdan emin olduğum kadar emindim. Ellerimi onun parmaklarının üzerine koydum ve onları kavradım. Fakat gözlerimi açtığımda duyduklarım beni kahretti. O, güzelim yüzün solduğunu, onun uçup gittiğini, çürüdüğünü görmüştüm söyledikleri ile. Sanki Zeus'un şimşeğini yemişim gibi bir sancı saplandı beynime. Yüzümü buruşturdum ister istemez. Nefes alışlarımı hızlandırarak kendime gelmeye çalışıyordum. Ellerim kasılmış, onun parmaklarını iyice sıkıyordum. Başımı geriye attım ve onun beni neden hala tehdit olarak gördüğünü anlamaya çalıştım. Kalbim kırılmıştı, hem de sadece tek bir cümle ile. Bir açıklama bekliyordum ondan. Bakışlarım eski küstah halini almıştı ansızın. Onun aileyi hatırlatması daha da sinirimi bozmuştu. Onun parmaklarını yüzünden indirdim. Küs çocuklar gibi dudaklarımı sarkıtmış bakışlarımı başka bir yöne çevirmiştim. Bunu yapmamalıydım aslında, bunu yaparak onu daha da korkuttuğumu biliyordum. Tehlikeli bir kudretim vardı ve artık bu bir nimet olmaktan çıkmış bir lanete dönmüştü. İçim acıyarak geri çekilmek istedim. Zaten o da düşünüyordu. Benim gidişini fark etmezdi bile. Fakat o da ne? Bunu yapamadım, yapamazdım. Sanki Eros'un oku beni oraya çivilemiş, ayrılmamam için sağlam bir şekilde zımbalamış gibiydi. Ve o tatlı bakışlar, yüz ifademdeki tüm sertliği anında yok etmiş, gözlerime merakın ve hayranlığın ışıltılarını serpiştiriyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım, ama çok zordu.

''Adonis.'' diye mırıldandım arzu ile. İçim alev alev yanıyordu. Bu çok farklı bir arzuydu, susamıştım sanki, acıkmıştım da, aynı zamanda boğuluyordum, nefes almaya ihtiyacım vardı. Sanki vücudumun tüm ihtiyaçları bir araya gelmiş, onu istiyordu. Onu sarmak, onunla olmak, tüm benliğimle onun bedenini hissetmek istiyordum. O ise yaklaştı, yaklaştı, dudaklarıma tarfisiz bir tat bırakıverdi. Oh, dayanılmaz güzeldi. Tatlı, üzüm kokusu dolmuştu genzime, tarçın ve damla sakızının tadını da alıyordum. Bu en sevdiğim taddı. Gırtlağımdan yükselen zevk iniltisini tutmadım. Kollarım onu ani bir şekilde sarmıştı. Bedenim dalga dalga sarsılıyordu. Arzunun alevinin dayanılmazlaştığını hissederek onun giysisini sıyırmak için hamle yaptım. Onun kaslarını avucumda hissetmek, alevimi zevke çevirmek istiyordum. Onu almak, tamamen kendime alıkoymak için yanıp tutuşuyordum. Kendi dilimi onun dudaklarından içeriye daldırıp, onun dilini arayacak, bulacak ve sahiplenecektim. O benimdi, tamamen, ruhu, bedeni, özgürlüğü benim ellerimdeydi. Diğer elim de onun belini tutmuş bana doğru çekiyordu. Fakat istediklerimi tam alamadım. Yarım kalmıştı bir küstahın sözleri ile. Adonis, korku ile yerinden sıçramıştı. Ah sevgilim, oysa ben hala seni istiyordum. Sen diğerlerini umursarken ben senden başkasını umursamıyordum. İçimi yakan bir öfke ile çatıldı kaşlarım. Patavatsız kadının yüzünü görmek, biraz da onu tehdit etmek için başımı çevirdim. Oh, ne yapıyordum ben, öfkemi ve kibrimi açığa çıkarmamalıydım. Hele ki söz konusu halkım olunca daha da dikkatli olmalıydım. Ayağa kalktım. Adonis gülmemeye çalışsa da ben ciddiydim. Kesemi çıkardım ve içinden bir köylünün rahatlıkla başını döndürecek miktarda altın çıkardım. ''Bekleyin!'' diye bağırdım var gücümle. O durduğunda rahatlamıştım az da olsa. ''Beni tanıyor musun?'' dedim üzerimdeki mor renkle işlenmiş nişanı göstererek. Kadın gülümsedi, beni tanıyordu. Onun ayaklarıma kapanmak için yaptığı hamleyi durdurdum ve dimdik durmasını sağladım. Eh, bir moruk, ne kadar dik durabilirse artık...

''Ah lütfen, gerek yok. Sadece, teşekkür etmek istedim. Topraklarımda bunca yaşınıza rağmen çalışmaya devam etmen çok hoşuma gitti. Üstelik, bildiğim kadarı ile çalışma zorunluluğu kalmıyor belli yaştan sonra.'' Bana teşekkür ediyordu. Ah bir simge, ne çok şey değiştiriyordu. Ben onun ellerini şefketle tuttum ve parmaklarını açtım. Bir altın bıraktım parmaklarına. ''Bu topraklarımda çalıştığın için.'' dedim sevgi dolu bir sesle. Sonra bir altın daha bıraktım titrek ellere. ''Bu da beni ve bu genç delikanlıyı bir daha rahatsız etmeyeceğin, rahatsız edilmemize izin vermeyeceğin için. Ve bu da...'' Bu son altın onu sevinçten deliye döndürmüştü. En tatlı, masum tebessümümü takındım. ''...bu olayla ilgili olan sessizliğin için.'' Kadın bir kere daha ayaklarına kapanmak için hamle yapmıştı ama onu gene durdurdum. Ona iyi çalışmalar dileyip beni izliyor mu diye Adonis'ime baktım. Oh, Tanrılardan bile güzeldi gün ışığında kızıl saçlarının parıltısı. Gerçi benim de ondan fazla bir farkım yoktu. Kendime özgü cüssemle bir altın gibi parıldıyordum. Onun yanına yaklaştım kadın uzaklaşınca. Heyecanla dizlerimin üstüne çöktüm. Belini kavradım bir kolumla, diğer elim de onun kolunu tutarak kendime çekiyordu. Bedenimde dolaştırmaya başladım tuttuğum eli. Artık dayanamıyordum. Onunla, hemen burada, güneşin altında, bu güzel havada beraber olmalıydım. Yanaklarım yanıyordu, yüzüm kıpkırmızıydı. Aralanmış dudaklarımdaki ateşi dindirmek için onun dudaklarını esir aldım. Az önceki planımı şimdi uygulamaya başlamıştım. Sonrası mı? Oh müthişti, garipti, biraz da can yakıcıydı. Fakat bunlardan daha fazla söz etmek istemiyorum. O an özeldi, bize özel kalmalı. En iyisi sonunda onunla beraber, giysilerin üstünde sarılarak uzandığımız ana gelmek. Çok mutluydum, rahatlamış ve huzurla dolmuştum. Ve ona olan aşkım katı katına artmıştı. ''Artık dönmem gerek, askerlerim eğer onları korkutmasaydım...'' Gülmeye başladım. Komikti, onları bu nedenle biçecek kadar gaddarlık edemeyeceğimi şimdiye kadar anlamış olmaları gerekiyordu bu safların. Gülüşümü kesip derin bir nefes aldım. Sözlerime devam ettim. ''...şimdiye beni aramaya çıkmış olacaklardı. Onları daha fazla bekletmem. Bunu yapmam kötü olur. Hem benim için hem de onlar için.'' Sesimdeki keder beni yiyip bitiriyordu. Gözlerim nemlenmişti. Onun göğüs kafesine bir öpücük kondurdum. Ona iyice sarıldım. ''Gel benimle. Şatoya gel, sensiz yapamam artık. Lütfen seni görmemi kolaylaştır benim için. Lütfen.'' Hayatımda ilk defa bir kelimeyi kullanacaktım. Hem de Edward'a değil -zaten o bunu dinlemezdi üstelik bunu duyar duymaz da tersime gitmek için özellikle diretirdi- bir köleye, bir gladyatöre... ''Yalvarırım.'' Bir an sustum. Bu kelimeyi ilk defa, onun için kullandığımı anlamasını istiyordum. ''Tanrıların hepsinin adını kullanarak yalvarıyorum hem de.'' Ya kabul etmezse? İçim içimi yiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeÇarş. Ocak 07, 2009 4:37 am

Anlamıyordum . Belkide anlamak istemiyordum.İçime garip bir susuzluk çökmüştü,yutkunuyordum ama bir çöl ortasında çaresizce suyu aramak gibiydi bu çabam , her cümlede biraz daha zorlandığımı hissediyordum. Korkuyormuydum?Bir Gladyatore yakışmayacak birşey olurdu bu kesinlikle, hayır bir korku olamazdı bu , tam aksine karşımdaki bu tüm tatları içeren yüze güvendiğimi hissediyordum. Onunla bu şekilde konuşmamalıydım, belkide bu lafları hak edecek en son kişiydi benim için,onun gerçek tahtın sahibi olmayı hak ettiğini düşünüyordum. Onun önce adımı mırıldanışını duymuştum , ardından yüzünü saran zevk dalgasını hissettim,birini böylesine baştan çıkartabilmek bende karşı konulamaz bir gurur duygusu oluşturmuş ve yüzümün biraz daha gülüşle aydınlandığını hissetmiştim, fakat bu her ne kadar benim için bir gurur meselesi olsada , aynı şeyleri garip bir şekilde bende onun için hissediyordum.Tanrılar tarafından cezalandırılıyormuydum ? yoksa ödüllendiriliyormuydum.Yüzünü bir kez daha büyük bir merakla inceledim, düzgün bir burnu biçimli dudakları ve her an bir insanın içini eritebilicek tatlı bakışlara sahipti ve bu böyle devam ettiği müddetçe her istediğini elde edebilecekti.Vücudu ise bir granitten oyulmuşçasına biçimli sağlam ve güzeldi, onu böylesine gözlerindeki merakla incelemek hoşuma gidiyordu. Dudaklarını hissettiğimde karşı konulamaz bir çekimle sokuldum ona, karşı çıkabilirdim veya uzaklaşabilirdim ama bunu istemiyordum, sıcaklığı ve teninden yayılan o koku garip bir biçimde beni cezbediyordu.Bir şeyler mırıldanıyordum ama bunların anlamlarını çıkartabilecek bir durumda değildim , beni böylesine öperken ne anlatmaya çalıştığımı bile anlayamayacak kadar sersemliyordum, bana sardığı kollarındaki sahiplenme ise hoşuma gitmişti. Ne yapmaya çalışıyorduk biz böyle ? Leartes'in kadını başından kovmasıyla içimde bastırdığım gülme duygusunu zorlukla salıverip derince bir nefes aldım.Kadınla ilgileniyordu ikisininde bakışlarını üzerimde hissetsemde farketmemişim gibi davranmayı yeğlemiştim. Nasıl olsa evime - daha doğrusu harabeme - gittiğimde yaşlı kadının meraklı sorgulayan bakışlarını üzerimde hissedecektim, Leartes onu bu şekilde kandırmış olsada , soru dolu bakışlarını engelleyemeyecekti, bu bana biraz rahatsızlık verecekti biliyordum, eğer Leartes'de benim gibi sıradan bir gladyotor veya köylü olsaydı bu kadar rahatsızlık hissetmeyecektim.

Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, kaç dakika , kaç saniye...? Yanıma sıcak toprak ve hafifçe nemlenmiş çimlerin üzerine oturduğunda , tavırlarındaki asalet dikkatimi çekmişti, evet bende eksik olan şey onda fazlasıyla vardı, beni yavaşça kendisine doğru çekerken bende kendi isteğimle ona biraz dah sokuluyordum. Elimi onun geniş omuzlarında ve göğsünden karnına kadar uzanan sert kaslarında gezdirdim, yüzünün güzelliği vücudunun kudretiyle birleşmiş gibiydi.Kızarmış yüzüne bir söz dahi etmeden ilgiyle baktım, yüzümde herhangi bir tebessüm yoktu sadece ilgiyle kısılmış yeşil gözlerimin ardındaki o çözülemez ışıkla baktım, ne anlam içeriyordu? Bunun cevabını sadece Leartes verebilirdi. Dudaklarıma doğru eğildiğinde istediği şekilde cevap verdim, daha doğrusu benim istediğim şekilde. Herşey düşündüğüm şekilde ilerlemişti . Aklımdan geçen her şeyi o an yaşamıştım.
Yeşilliğin ve gökyüzünün birleştiği bir serinlikte uzanmıştım , kollarımı başımın altına alıp güneşin acıtan parıltılarına aldırmadan gözlerimi bir kez daha kısıp meydan okur bir şekilde gökyüzüne ve sarı ışık huzmeleri yayan güneşe baktım.Garip bir huzur ve istediğini elde etmenin rahatlığı vardı üzerimde. Leartes'in - dönmem gerek - demesi üzerine gözlerimi ona çevirdim yattığım yerden kalkmadan, fakat güneşe meydan okur gibi bakmamdan kaynaklanan bir karaltıyla o an yüzünü göremedim, bir kaç saniye sonra görüşüm netleşince , teninin rengini ve gülüşünü görünce rahatladım, istediğini verdikten sonra bir kenara atıp gidemezdi özellikle ona bu kadar alışmışken.. Sonra bir şey oldu , aklından geçenleri okuyamıyordum, keşke yapabilseydim bunu ,o zaman daha rahat anlar ve ne isterse onu verebilirdim, ben ne olduğunu anlamaz şekilde bakınca gözlerinin nemlendiğini farkettim, bana sarılmıştı bende ona...

İlk defa birisi bana bu kadar çok ihtiyaç duyuyordu, söylediklerinden sonra ne diyeceğimi bilemez bir halde bir an susup derin bir nefes aldım, sonra yavaşça uzandığım yerden doğruldum, neden cevap vermek konusunda bu kadar geç ve inatçı davrandığımı anlayamamıştım. Bende ona ihtiyaç duyuyordum , onunla gitmeliydim, ama ne yapabilirdimki?

"Nereye istersen gelirim seninle, ama hangi sıfatla? Basit bir köylüyüm ben, sıradan bir insan, seninle gelirsem insanlar arkamdan ne konuşacaklar? Benim şan şöhret düşkünü olduğum adi bir pislik olarak görecekler evet belki sen duymayacaksın bunları ama benim heryerde bir soytarı olduğum düşünülecek - basit bir köylüyüm ben Leartes bir Aristokrat değilim bu ünvanıda hiç bir zaman alamayacağım - eğer beni yanında istiyorsan , özdürlüğümü ver, bırak gideyim, senin yanında olurum aynı zamanda ama beni topraklarındaki halkının gözünde küçük düşürme.Bu bana yapacağın en kötü şey olur, istersen öldür beni ama seninle saraya gelemem, aramızda sınıf farkı var ben bunu hiçbir zaman aşmak istemiyorum. Her istediğinde gelirim sana ..." tüm bunları söylerken laflarımı tane tane seçmeye özen gösteriyordum, beni yanlış anlamasını onu yargıladığımı düşünmesini istemiyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeÇarş. Ocak 07, 2009 3:26 pm

Ona sevgilim ol demek isterdim. Ama bir erkekti. Bir soylu bile değildi. Benim için sorun yoktu aslında, ben, o birdik aynıydık hatta o benden üstündü. Oh, hayatımda ilk defa benden başkasının üstünlüğünü kabul ediyordum. Adonis'im beni değiştiriyordu. Onunla daha farklı bir tat kazanıyor, onunla büyüyordum. Fakat çevrem, acımasızca onu benden ayırıyordu. Gaddar, cani yanım vardı Edward gibi benim de. Ve onların bu kötülüğü, içimdeki kötü Leartes'i uyandırıyordu. Ona dokundum, yanaklarına. Gözlerine bakamıyordum, buna şu anda cesaret edemiyordum. Onun içimdeki caniyi, korkutucu öfkemi görmesini istemiyordum. Çatılmış kaşlarımın arkasına saklıyordum bakışlarımı. Onu kaybetmek istemiyordum. Onu seviyordum. Bu durum garipti, bir o kadar da güzeldi. Fakat az önceki sevincim uçup gitmişti. Yerini onun kadar büyük, hatta ondan da yoğun bir keder bırakmıştı. Hayata küsmüş gibi susmak, sessizce onun kalp atışlarını dinlemek istiyordum. Mecalim kalmamıştı, ayağa kalkmak, giyinmek resmen kardeşim Edward'ın bana yapmak isteyip de yapamadığı işkenceler gibiydi. Eudor'u özlemiştim. Onun saf da olsa bazen aptalca da olsa rahatlatıcı sözlerine, bilgeliğine ihtiyacım vardı. Sevgili kız kardeşim Eléonore'yi özlemiştim. Beni tatlı neşesiyle avutabilecekmiş gibi geliyordu. Oh, hayır, hiçbirini görmek istemiyordum. Ben Adonis'i istiyordum. İstediğim her şeyi almaya alışkken, bu durum çok tersti. Şımarık çocuklar gibi tepinmesem de, içten içe huzursuzlanarak surat asmaya başladım. Ama doğru değildi bu yaptığım. Adonis'in ne suçu vardı ki? Ona değil onu benden ayıranlara kızıyordum. Düşünmeye başladım. Ve aklıma gelen düşünce ile gülümseme kapladı yüzümü.

''Özgürsün, aşkım. Fakat bir insan olarak. Ama ben özgür değilim artık. Eskiden de değildim aslında, şimdi bir de senin esirin oldum. Gözlerinden anlıyorum ki senin için de aynı durum geçerli.'' Sözlerim sadece bir girişten ibaretti. Ona olan tüm duygularımı anlatmakta yetersizdi. Ama önemi yoktu bunların değil mi? Daha az önce, onun beni sevdiğini her açıdan anlamıştım. Eğer o da aynısını hissediyorsa, bu söylediklerimi kendi tamamlar, beni anlardı. ''Köylüler umurumda değil.'' Şaşırdım. Sorusuna karşılık bunu söylememeliydim. Bu sözleri düşünüp tasarlamam bile garipti. Bu kişiliğime uymuyordu, vermek istediğim izlenimle alakası yoktu. O an beynimde bir şimşek çaktı. Ölüm korkusu beni sardı. Ah, sevgilim, benim hayatımın sonu olacaksın. Yanlış zamanda, yanlış soruları sorduğunda beni mahvedeceksin. Onun ardından gelen bir dolu düşünce beynimi kemirmeye başladı. Ansızın beni titreme aldı. İstemdışı geriye çekilmiştim. Çıplak bedenimi yerden kaptığım tünikle örtmeye başladım. Oh, sevgilim, neden söylemedin bana bunu. O anda yaşadığım korkuyu ve hayalkırıklığını ancak yüzümdeki ifade anlatabilirdi. İnanılmaz bir şeydi bu. Ona güvenmiştim oysa, şimdi ise korkunç bir şekilde beynim sarsılıyor gibiydi. ''Sen, kimin için çalışıyorsun? Edward mı? Edward'dan ne kadar aldın beni baştan çıkarıp ağzımdan laf almak için?'' diye haykırdım ona sesim titreyerek. Aklıma ilk o gelmişti az önceki sözleri yüzünden. Zaten öyle olmasaydı bana gücünü söylerdi değil mi? Neden saklasındı benden böyle bir şeyi? Ondan gerçekten çok korkuyordum. Toprak bile olmayıp peşimde dostum gibi dolanan hainler çoktu. Ah, çok yazık, bir tanesine deli gibi vurulmuştum. Ölsem, daha iyiydi. Üzerimi hızla giyindim. Ellerim ayaklarım titriyordu. Ona bakamıyordum. Utanıyordum, çok kötü de üzülüyordum. Sanki annem bir kere daha öldürülmüş gibi hissediyordum. Hayır, o zamanlar küçüktüm. O zamanlar ölümün ne olduğunu bilmiyordum. Böyle bir acıyı ilk defa tadıyordum. Oh hayır, dik başlı olmalıydım. Ben sıradan biri değildim. Bir veliahttım. Gene de engel olamıyordum. Üzüntüden resmen iki büklüm olmuştum. Sevgili düşmanlarım, kazandınız, bana gerçekten iyi bir darbe vurdunuz. Aslında ben öldürmenizi tercih ederdim de neyse. Fakat daha fazla dayanamadım. Veliahttım ama gene de bir insandım. Dizlerimin üstüne düştüm boğazımdan yükselen acı bir inilti ile. Ellerimle bedenime destek oldum. Titremem geçmişti ama çakılı kalmıştım. Bakışlarım donuk ve soğuktu. Onun söylediklerine inanmak istiyordum ama o kadar korkmuştum ki sadece içgüdülerimi dinleyebiliyordum, betim benzim atmıştı. Aslında oradan kaçabilirdim. Kılıcımla onu yok edebilirdim. Bütün bunları yaparak o tehlikeyi kaldırabilirdim ama bunu yapamayacak kadar aciz düşmüştüm. Onun saçının teline bir zarar gelsin istemiyordum. Salt onu her kim tutmuşsa kızmasın, aksine ödüllendirsin diye beni öldürmesine izin bile verebilirdim. Beni en çok korkutan da buydu aslında.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimePerş. Ocak 08, 2009 6:43 am

Uyuşmuş gibiydim sanki tüm hücrelerim yaşadıklarıma isyan ediyordu, ne düşündüğümü ne söyleyeceğimi bile unutur olmuştum. Aptallaşıyormuydum ne? O anki durumuma bir cevap bulamayacak haldeydim. Adonis ;Afrodit'i ve Persephone'yi baştan çıkartan ölümlü şimdide Leartes'i mi baştan çıkartıyordu? Hayır bu ondanda öteydi, ilk defa birini bu kadar sevmiştim ve bu kadar bağlanabilmiştim .Onun yanındayken kendimi ne kadar iyi ve mutlu hissettiğimi bilmeliydi, o kadar sene boyunca yalnız olmayı seven ben şimdilik bu huyumdan vazgeçmiş gibiydim. Ona ne kadar destek olabilir ve nereye kadar yanında olabilirdim bilmiyordum,bilmek istediğim tek şey bu durumun nereye kadar gideceğini merak ediyor olmamdı.Birine bu kadar çok güvenmem ve hep onun yanında olmak istemem bana tamamen yabancı olan bir duyguydu , ama o an anlıyordumki bu duyguyu bu hisleri sevmiştim.Onunda bu durumdan hoşnut olduğunu biliyordum, şayet söylediği sözler bende bu anlamı bırakıyordu, aslında ondan değilde geleceğimden korkuyordum ve kendimden.
Onun büyüsüne kapılmamalıydım, bir an önce uzaklaşmalı ve olabildiğince uzağa gitmeliydim, belki bu topraklardan bu ülkeden. Ama nasıl?
Biliyordumki Leartes ergeç benim gerçek yüzümü anlayacak ve diğerleri gibi benden uzaklaşacaktı,sorunda burada değilmiydi zaten,gücümün farkına varan herkes benden uzaklaşmıştı. Ne lanet bir durumdu bu böyle, o an uzandığım yerde bunu anlamaması için şans dilemek zorunda hissetmiştim kendimi ama Leartes tamda korktuğum gibi bir tepki vermişti söylediklerinin ardından. Nasıl olmuştuda bunu belli edecek bir gaf yapmıştım.

Olmuştu işte onuda tedirgin etmiştim , hiç konuşmamalıydım,onun bunu anlayacağını tahmin etmeliydim , gözlerinin ardındaki zeki parıltılardan bunu çıkartmalıydım. Ne bekliyordumki? Benden uzaklaşması üzerine dikkatle yüzüne baktım,neden bu kadar korkmuştu anlayabilmiş değildim,benden saklayabileceği ne olabilirdiki? Uzandığım yerden doğrulup kuşkuyla gözlerimi kısıp meraklı bir halde yüzüne baktım.Bakışlarımın ardından gelen sözler garip bir biçimde üzmüştü beni. Benden korkmuştu evet bunu anlayabiliyordum, hiç kimse kendine sakladığı özel sırlarının ortaya dökülmesinden hoşlanmazdı ama Leartesin tepkisi beklediğimdende ağır olmuştu.Beni bu şekilde nasıl suçlayabilirdi? Ben Zeus adına yemin etmiş biriydim.Hera'nın gözdesi Edward için nasıl çalışabilirdim, benim sadakat yeminim bu kadar basit olabilirmiydi? Evet herkes benim yanımda olduğunda dürüst oluyordu ama bu bir suç değil bir meziyetti.Leartesin bu şekilde bakması bana bir hakaret gibi gelmişti.Onun sözleriyle o kadar sarsılmıştımki bir an tepki veremez hale gelmiştim , yüzümün kızardığını hissedebiliyordum, bana yapılan bu suçlamaya karşılık ne kadar sinirlendiğimin farkına vücuduma sıcaklığın basmasıyla anlamıştım,sanki bir yanardağ içerisinde hapsolmuş gibi tüm bedenim bu sıcaklığın ve kızgınlığın etkisiyle hafifçe titredi.Konuşmaya başladığımda sesimin ne kadar kırgın çıktığının farkındaydım elbette, hızla ayağa kalktım yere attığım tuniği üzerime geçirdim.

Ağzıma gelen lafları kızgınlıkla söyleyecekken kendimi tuttum, yapamıyordum beni bu şekilde yalancılıkla suçlamasına ve beni kızdırmasına rağmen yavaşça sakinleştiğimi hissettim dağınık saçlarla çevrili başımı hafifçe eğmiştim , onun korku dolu yüzüne bakamıyordum.Birden kendimden iğrendiğimi hissettim, bana güvenmişti ama ben ondan bu gücü saklamıştım.Neden böyle yaptığımı biliyordum elbette , belki anlamayacaktı ve böylece benden uzaklaşmayacaktı, aptallık etmiştim bunun farkındaydım ama Leartesi başka türlü kendime yakın tutamazdım.Konuşmaya başladığımda sesimin bana ne kadar yabancı geldiğini farkettim , sanki uzaktan ve başka biri tarafından geliyordu bu ses.
"Biliyorum sana söylemeliydim haklısın , ama benden uzaklaşırsın diye söyleyemedim, yanılmışım işte sen öğrendin ve tıpkı diğerleri gibi benden korkuyorsun , evet belkide uzaklaşacaksın benden,yada istersen cezalandır beni, ama lütfen beni hainlikle suçlama ,yemin ediyorum böyle bir amacım yoktu." Garipti o eski Adonis sanki tüm gücünü kaybetmiş gibiydi, dizlerimin üzerine çöküp eğildim, gururum incinmişti, yalancı değildim ben, olamazdım, tüm hayatımı dürüstlükle ve sadakatle geçirmişti,bana inanmasını istiyordum,başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım.Bana inanmasını beklemiyordum kaldıki sakladığım bu gücümden dolayı benden nefret edebilirdi, ama masum olduğumu bilmeliydi , ona böyle bir şeyi yapmayı kesinlikle istemezdim .Leartes'in sonunu getirmek için Edward'la işbirliği yapamazdım , bir katil değildim ben. "Neden bana inanmıyorsun?" dedim son bir kez belki gözlerimdeki masumiyete şahit olurda sözlerimin doğruluğuna inanır diye önünde eğilmiş onun gözlerinin içine mavi derinliğine bakıyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimePerş. Ocak 08, 2009 10:00 am

Samimiydi, bunu hissediyordum. Ama benim geçmişim o kadar kirli ve tehlikeliydi ki ona olan korkum normalde olacağından katı katı fazlaydı. Bu yüzden mantıklı düşünemiyordum. Oh, keşke ona anlatabilseydim. O zaman beni anlardı. Gerçi nefret etme olasılığı daha yüksekti de neyse. Zaten zamanla kendisi sora sora öğrenecekti. Oh, o da nesi, kendimi onunla bir geleceği düşünürken mi yakalamıştım ne? Bir geleceğimiz olabilir miydi? Nasıl, ne şekilde? Ondan bu kadar korkarken, güvenim bu derece sarsılmışken ve aynı şekilde o da aban güvenmez benden korkarken bu nasıl olacaktı. İçim parça parçaydı. Onun öfke ile parlayan gözlerine incinmiş bir şekilde bakıyordum, biraz da korku vardı içimde. Tek kelime edemiyordum. Sessizce, sanki dilim tutulmuş gibi kalmıştım. Günlüğüm aklıma geldi. Tüniğime dikili bir cepte duruyordu. Orada yazan şeyleri okusaydı o de benden korkardı bundan emindim. Yaptıklarım, gerçekten çok kötüydü. Kardeşlerimin hayatları, ulusumun, kralın hayatı ile oynuyordum resmen. O ne yapıyordu? Sadece doğruları öğreniyordu. Zaten var olan şeyleri. Kendimi onunla karşılaştırıyordum. Aslında o benden daha çok korkmalıydı. Bense korkmayı hak etmiyordum. Eğer başıma bir felaket açarsa bu, hak ettiğim bir şey olacaktı. O halde onu neden suçlamalıydım? Onun sözleri zihnimde yankılanırken bir şeyleri anlamaya başlamıştım. Az önce kendi kendime kurguladıklarım bir bir yıkılıyordu. Ah ne zavallıyım ben. Onun gücünü saklama sebebinin, gücünün kendi etkisi olduğunu nasıl da aklıma getirememiştim. Eğer insanların iç yüzünü dökecek, onları kim olursa olsun kötü duruma düşürecek, rezil edecek bir gücüm olsaydı ben de korkardım söylemeye. Kendimden utanarak ona yaklaştım. Ve onun sorusunu dinledim ilgi ile.

Onun yemyeşil ışıldayan gözlerine baktım. Eriyordum resmen. Bu muhteşem varlığın içinde en ufak bir kötülük olamazdı. Ellerimi ona uzattım daha da yaklaşarak, yanaklarına dokundum. Teninin ipeksi yumuşaklığına karışmış kısa, tüyümsü sakalları hissediyordum. İçimi çektim. Sonra sorusuna yanıt vermeye karar verdim. Etrafa baktım öncelikle kimse yoktu. Gene de ona resmen fısıldadım yanıt verirken. ''Çünkü senin gibi değilim ben Adonis. Eğer düşündüklerim, yaptıklarım öğrenilirse hayatım biter. Ben her şey olabilirim, ama dürüst biri olmamalıyım.'' Birden sustum. Daha fazlasını söylemek için yanıp tutuşuyordum onun etkisi ile ama direnmiştim. O etki geçene kadar bir kelime daha etmeyecektim. Ondan özür dilemek istiyordum. Pek ala bunu sözlerle değil hareketlerimle de yapabilirdim. Elimi onun yanağından indirdim ve elini tutup ayağa kalktım onu da kaldırarak. Ardından sanki uzun zaman önce kaybettiğim dostumu bulmuş gibi hızla ona atılıp sarıldım. Onu kollarımda bırakmak istemezcesine sıkıyor yanaklarından birine öpücükler konduruyordum. Oh, az daha onu kaybedecektim, ona çok büyük haksızlık etmiştim. Onun beni affetmesini istiyordum. Ama ağzımdan sadece bencilce sözler çıkmıştı. ''Lütfen aşkım, lütfen daha fazla soru sorma. En azından bugünlük.'' dedim. Onunla düşündüğüm gelecekten bir nefes içeriyordu sözlerim. Fakat o bunu hala kabul edecek miydi? Yoksa onu çok mu fazla üzümüştüm. Yanaklarımı onunkilere dayadım ve gözlerimi yumdum. Onu sevdiğimi söylemek istiyordum bu şekilde. Eğer konuşmazsak, o da soru sormazdı. O soru sormazsa benden nefret edecek kadarını asla öğrenemezdi. ''Bana tek bir soru sorabilirsin şimdi. Seni sevip sevmediğimi. Ama yanıtımı zaten biliyorsun değil mi? Bu yüzden sormayacaksın.'' Onun sıcaklığı beni kendimden geçirirken az önce yaşadıklarımı da düşünüyordum. Bir erkekle yaşadığım deneyim, daha önce kızlarla yaşadığıma benzemiyordu. Çok farklıydı, sanki ben bakirmişim gibi hissetmiştim. Aynı şeyi acaba o da hissetmiş miydi? Onun aşk yaşadığı ilk erkek ben miydim acaba? Eğer senin gücüne sahip olsaydım sevgilim. Hepsini sana sormak isterdim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 6:12 am

Hayatım hep boşluk içerisinde geçmişti, kayda değer hiçbirşey olmamıştı, zaten olmasınıda istemiyordum ya! tek istediğim sıradan basit bir hayattı.Hiçbir zaman daha fazlasını istememiştim çünkü biliyordumki , fazlası bana zarar verecekti ama nedendir bilinmez hep ön planda ve hep en dikkat çeken ben olmuştum, bir Atlantisli gibi esmer veya bronz tenli değildim , başka bir ırktan olmalıydım ama adımda soy adımda bir Atlantisliye tam uyuyordu, keşke geçmişimi hatırlıyor olabilseydim. Böylece kendimden hiçbir zaman şüphe duymaz, bu farklılığımdan tedirgin olmazdım.
Neden gözüm yükseklerde değildi ve neden bana verilenle idare etmesini biliyordum, temiz bir kalbe mi sahiptim. Bundan pek emin değildim , o kadar saf ve kirlenmemiş olamazdım. Belkide hırslarım yoktu veya elde etmek istediğim hiçbirşey karşıma çıkmamıştı, yaşadığım o ana kadar... Leartes'in ilgisini çekmiştim haddinden fazla...Bunun ona olan benzerliğimden mi yoksa daha başka meziyetlerim yüzündenmi olup olmadığını bilmiyordum, evet benziyordum ama bir ikiz ,aynı ceninden doğma bir kardeş kadar değildi bu benzerliğimiz, sadece ''insanlar çift yratılmıştır '' sözünün sıradan bir rastlantısıydı. Beni andıran bu soyluya hattinden fazla ilgi duymuştum , hatta o gün daha fazlasını elde etmiştim...Bunun mutluluğu vardı üzerimde , ilk defa istediğim bir şeyi elde edebilmenin rahatlığı sarmıştı tüm bedenimi, ve bu duyguyu tatmıştım , daha fazlasını isteyecekmiydim bilmiyordum .Leartes'in ani çıkışları sonradan köpüren dalgalar halinde akan bir şelale gibi sakinleşmesi hoşuma gitmişti, ne zaman ve nerede ne tepki vereceğini bilemez bir hale geliyor ve şaşırıp kalıyordun,işte tüm bunları yaparken onun etkisi altında şaşıp kalmıştım, daha öncede herkese böylemiydi bilmiyordum , bildiğim bir şey varsa onunda bana kayıtsız kalamayışıydı.Bana güvenmesini istiyordum, biliyordum çok fazla oluyordu bu ama onu herşeyiyle yanımda istiyordum en ufak bir korkuyla benden uzaklaşmasını değil, dürüst olmuştum Leartes'e karşı ve ondan uzaklaşmamıştım , tam tersine hayatımı önüne sermiş ve önünde diz çökmüştüm, bir Gladyotor bunu efendisinin önünde yapabilirdi ama ben Leartes'in önündeyken kendimi savunmasız hissediyordum ve bu gururumu incitiyordu, yinede herşeye ramen bu ona değerdi.

Yüzüme uzanan elleri tatlı bir sıcaklık yaymaya başladığında, tüm bunları unuttuğumu hissettim, yaşadığım herşey o an silinmişti sanki ,geçmişe bir perde çekip geleceğime bakmaya hazırdım. Yüzümde dolanan ellerini tutup dudaklarıma götürdüm konuşmalarını dinlerken küçük bir kaç öpücük kondurmuştum, avuçlarındaki kokunun ne kadar hoş olduğunu farketmiştim. Soru sorup sormamam üzerinde yaşadığı gerginliği anlayabiliyordum ama bu olmazsa yapamazdım, eninde sonunda farkında bile olmadan sorular sormaya başlayacaktım, bir an garip bir şekilde yüzüne baktım, bunun için onunla hiç konuşmamam gerekirdi.Bana armağan edilen bu gücü yöneten ben değildim tam aksine gücüm beni yönetiyordu. Kafam karışmıştı , yanında durduğum her geçen gün biraz daha tedirgin olacaktı, beni seviyordu ama aynı zamanda benden bir o kadar korkuyordu. Benden ve başkalarından bu kadar sakladığı şeyler ne olabilirdi ki? Kollarını bana sararken aklımdan geçen bu sorular birer kuşkuya dönüşmeye başlamıştı, dudaklarını yanaklarımda tenimde hissetmek hoşuma gitmeye başlamış olsada sözlerinin ardından bir an geri çekilip tedirginlikle yüzüne baktım.
Hayır!!! bu yüzün ardındaki gerçek yüzü görmek istemiyordum, o an aklıma gelen Leartes olamazdı karşımda duran, yüzü bir melek kadar saf ve temizken benliği kirlenmiş olabilirmiydi? O an içimi kemiren şüpheleri bir kenara atıp güvenimi tazelemek için bir kez daha baktım yüzüne. Herhangi bir söz söyleyemiyordum.

"Neden korkuyorsun ? sana soru sorsam bile ne zararım olabilir ki?" demiştim ilgiyle karışık yüzüme masum bir ifade yerleştirerek , fakat bu sorular aklımdan çabuk silindi , yakınlığı,samimiyeti ondan şüphelenmemi engelliyordu, tatlı bir tebessümle yüzüne baktım , sorumu çoktan unutmuştum onunda herhangi bir cevap vermesine gerek kalmadan dudaklarımı küçük bir dokunuşla onunkilere bastırdım ,yüzünü okşayıp teninin sıcaklığını hissetmek şüphelerin uçup gitmesine sebep olmuştu.Ne güzel bir tattı o öyle.Evet beni sevip sevmediğine dair bir soru sormayacaktım, bunun cevabını zaten dokunuşlarından anlıyordum. "Peki. Seninle gelmemi istiyorsan geleceğim, gitmemi istediğinde gidişimin farkına bile varmayacaksın ,ne istiyorsan onu yapacağım.Bir tek bana güvenmeni istiyorum." söylediklerimde ciddiydim ve kendimi ilk defa birisine bu kadar çok kaptırmıştım, bir sevgili aynı zamanda sadık bir dost , yararına çalışan bir ajanı bile olabilirdim. "Zaten hayatımın sen yokken bir anlamı olmayacak, bunu anladım."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leartes Monthgomery
Veliaht
Leartes Monthgomery


Mesaj Sayısı : 48
Yaş : 37
Tılsımı : Hava
Kayıt tarihi : 06/11/08

Kıymetlimisss Empty
MesajKonu: Geri: Kıymetlimisss   Kıymetlimisss Icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 2:14 pm

Ona nasıl gerçek yüzümü gösterebilirdim ki? Beni cani sanırdı. Ben öyle değildim. Hilekardım, biraz da acımasızdım ama hayır, kimseye zorunlu olmadıkça, istediğim şeye engel olmadıkça dokunmaz, eziyet etmezdim. İçim Edward kadar kötü değildi. Belki de bu yüzden taklit yapabiliyordum çok iyi biri gibi. Fakat gene de bir sansar olduğumun farkındaydım. Bir çok kişinin hayatını mahvetmiş, bir çok aileyi söndürmüştüm. İşin güzel yanı, bunların hiçbiri de beni suçlayamyor, suçlamaya da cesaret edemiyordu. İnsanları kolay harcıyordum ve satıyordum. Bundan en ufak pişmanlık bile duymuyordum. Eğer bunları öğrenseydi, bilseydi bana asla güvenmezdi. Binlerce kadına yaptığım gibi aşk sözcüklerini sadece onun başını döndürmek için yaptığımı sanırdı. Oh, bu doğruydu. Onlarca güzel kadını, salt benimle olsun ya da benim için bir şeyler yapsın diye baştan çıkarmış, eğlenceli hediyelere, tatlı iltifatlara, aşk yeminlerine boğmuştum. Fakat aklıma bir gün gerçekten aşık olacağım hiç gelmemişti. Dahası bir erkeğe, ah neyse, bu kısmı boşvermiştim. Yaşadığım heyecan en az bir kadınla olmak kadar harikaydı. Hatta daha güzeldi. Onun sorusu ile gözlerim irileşti. Direnmeye çalışıyordum ama yapamıyordum. Bir güven, dürüst olma isteği kaplıyordu beni. Tüm korkularım uçup gidiyor benliğimden uzaklaşıyordum. Birazdan ne kadar korkunç biri olduğunu söyleyecektim sarhoş gibi. Fakat dudaklarımın üstündeki tat beni durdurdu. Bakışlarım baygınlaşmıştı onun gözlerinin yeşilliklerine dalmış olan. Ellerim Adonis'in giysisinin yakasınının içinden girmişti bu esnada. Onun kalp atışlarını, mükemmel hatlarını hissediyordum. Az önceki birlikteliğimizin doyuruculuğundan isteğim bir parça azalmış olsa da hala heyecanlanıyordum onu öperken. Onunn öpüşleri bittiğinde sorusunun etkisi de geçmişti. Eğer bir soru sorarsa onu öpecektim yanıt vermemek için. Zaten onunla sadece başbaşa kaldığımızda konuşacaktım. Ne kadar korksam da, ürksem de onu kaybedeceğimden, onun bu konuda ketum olacağına güveniyordum. Aynı şekilde benim de onun güvenini harcamamam gerekirdi. Belki de gizli sırlarımı, asıl kimliğimi bilen tek kişi olacaktı.

Sözlerinin tamamını duyduğumda içim içime sığmıyordu. Onu yanımda götürecektim. Bir sıfata gerek yoktu. İlgimi çeken, beni koruyacak bir gladyatör olabilirdi. Kral olursam bir gün, onun ariskotraside kabul görmesi için elimden geleni yapacak ve hatırı sayılır miktarda toprak verecektim. Bunun için gerekirse zor kullanabilirdim. O benim hayatımdı, o ve ben bir sayılırdık. Bunun aksine beni kimse ikna edemezdi. ''Adonis, aşkım. Tüm sorularını zorunlu olarak dürüstçe yanıtlayacağımı biliyorum. Benden nefret etme lütfen. Buna dayanamam.'' dedim ona fısıltı ile. Dudaklarımı onunkilere bastırdım, dilim onun dudaklarını araladı. Yeniden, bu sefer daha büyük bir tutku ile öpüşmeye başladık. Onu tamamen emmek, kendimden bir parça haline getirmek ister gibi tutku ile öpüyordum. Geri çekildiğimde nefes nefese kalmıştım. Benimle gelecekti zaten. Biraz sabredebilirdim. Onunla beraber uyuyabileceğimi, beraber yaşayacaklarımızı düşünürken içim içime sığmıyordu. Yüzümde beliren gülümseme ile kollarımı gevşettim ve geri çekildim. Üzerimi ve saçlarımı dikkatle düzelttim. ''O halde kuleme gidiyoruz. Sen saray hayal etmiştin gerçi ama oraya ben bile gidemiyorum son günlerde. Şu anda evim burası.'' dedim neşeyle. Onun elini tutmak ya da koluna girmek istiyordum ama ona vermem gereken sıfata uymuyordu bunlar. ''Harika olacak, saray gibi değil kule, daha özgür olabiliriz. Zamanım daha kısıtlı olacak ama geceleri tamamen seninim. Gündüzleri de hep yanımda ya da yakınımda bulunmalısın. Artık bundan sonra benim koruyucumsun. Sadece sana güveniyorum.'' Her şeyi o kadar kolay elde ederdim ki umursamazdım. Bu yüzden bir şeyi elde etmenin eşsiz sevincini Adonis benimle gelene kadar tatmamıştım. ''Hadi, gidelim. Yolda temel konular dışında konuşmayalım. Tek başımıza kaldığımız, dinlenmeyeceğimize emin olduğumuz zaman konuşuruz bol bol.'' Onun onayından emin olur olmaz yürümeye başladım. Adamlarımla karşılaştığımızda Adonis hakkında açıklama yaptım kısaca. Fazla ayrıntıya girmedim zaten onları ilgilendirmezdi. Ardından onlara gerek Adonis gerekse kuleye gidişel ilgili talimatlar verdim. Ve atımıza binerek yola çıktık kuleme doğru.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kıymetlimisss
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Atlantis Role Play :: Üzüm Bağı-
Buraya geçin: