Atlantis Role Play
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atlantis Role Play

Tarih: 29.11.1420 || Hava: Güneşli
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 İki yüzlü katil. hö?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimePtsi Ara. 15, 2008 6:08 am

"Sözlere nasıl ve nereden başlayacağımı bilmiyorum.Biraz kendimi garip hissediyorum galiba,keşke daha süslü kelimelerle kendimi anlatabilseydim ama ruhum o kadar karmaşa içerisindeki, bu gücü bulamıyorum ,kendimi diğer kişiliğime bakarken görüyorum ,saf ve kirlenmemiş tarafım Adrien ağır bassada Joshua her zaman bana bir engel getiriyor, her an biraz daha Joshua'ya benzemekten korkar oldum. Kendimden nefret ediyorum galiba.Belkide korkuyorumdur, hislerim bile dengesizleşmeye başladı.Bir an küçük bir sinir kirizi geçirdiğimde Joshua katil ruhlu kimliğini ortaya çıkartacak diye korkuyorum,bu korkum kendime değil bir başkasına verebileceğim zarardan kaynaklanıyor. O gün ellerimden akan kanlarla kendime geldiğimde nasıl korktuğumu kimseye anlatamadım.Bir katil bir cellat acımasız bir kan dökücüden başka biri değildim ,evet öldürdüklerim birer suçluydu ama bunu onların canlarını alarak yapmamalıydım ,adaleti bu şekilde sağlayamazdım, lanet olası Joshuadan kurtulamıyorum bir türlü,belkide öldürmeliyim Adrieni, böylece Joshua ele geçireceği bir beden bulamayınca benimle birlikte yok olup gider. Yüce Tanrıca Hera kutsal tapınağında önünde diz çöküp sana yalvarıyorum işlediğim günahları bağışla ve içimdeki bu diğer kişiliği benden söküp al senin yüce merhametine sığınıyorum beni affet." kutsal tapınağın loşluğu altında Hera heykelinin önünde yere kapanıp yalvarmaya başlamıştı,ruhu ikiye bölünmüştü ve buna bir çözüm bulamıyordu.Her sabah Hera tapınağına gelir ve duasını yapardı ama değişen bir şey olmamıştı,belki bu şekilde yaşamaya devam etmesi gerekiyordu. Çöktüğü taş zemin üzerinden sakince kalktı.Tapınağın büyüklüğü ve ihtişamı göze çarpan ilk şeydi. Edward ihtişama düşkün biri olduğu için tapınağınıda olağan üstü bir görkemlilikte yaptırmıştı.Altın kaplama kolonların üzerinde çiziktirilmiş küçük küçük semboller gözüne ilk çarpan şeyler olsada bu görkemlilikle fazla ilgilenebilecek ruh hali içerisinde değildi , neredeyse güneş batmak üzereydi.Bacaklarını saran sandaletlerinin ipleri rahatsız etmeye başlamıştı neyseki bir fransız gibi davranmayı bırakıp artık romalı olmalıydı, tapınağa girerken çıkarttığı togasını tekrar üzerine geçirdi, kumaşın bir kısmıylada başını örterek yüzünü sıcaktan korumaya çalışmıştı Fransa burası gibi sıcak bir ülke değildi burada güneş batmasına rağmen yinede insanı bunaltabilecek bir sıcaklığa bürünebiliyordu.

Tapınağın merdivenlerinden hızla indi bu saatlerde çoğu köylü iş başında olurdu ama bir aristokratsan eğer gezmek için günün en uygun saatiydi,kölelerine yanına gelmeleri için seslenip ,işaret etti Adrieni beklemekten yorulmuş ve merdivenlerde mayışıp kalmışlardı,kölelerin aceleyle bir taşıyıcı bulmaya çalıştıklarını görünce onları durdurdu , evine değilde Kraliyete gitmek istiyordu.
"Siz gidin ben tek başıma kalmak istiyorum bu gün kraliyete gidip sevgili kralımızı görmeliyim" dedi hiçte içten olmayan tavırlarını saklamakta zorlanıyordu,Kraldan nefret edenler başında ilk sırada geliyordu çünkü babasını ve babasının ,kraliçe olan tek kız kardeşini öldürtmüştü. "Bana bir atlı bulun çabuk" dedi kölelerin etrafta heyecanla koşuşturmalarını seyretmesi uzun sürmedi bir dakika içerisinde önüne iri kuvvetli bir at getirilmişti bile kölenin yardımıyla ata bindi. " Eve gidin ve kapıları sonuna kadar sürgüleyin evde olmadığım zaman misafir alınmasından hoşlanmadığımı biliyorsunuz" atıyla birlikte uzaklaşırken sadık kölelerinin iki büklüm olup yürümeye başladıklarını gördü.

Saraya gelmesi fazla zamanını almamıştı, atından inipte sarayın büyük kapısından dışarı çıkan Kralın togasının uçuştuğunu gördü,sadık bir askeriymiş gibi yanına yaklaşıp neden bu kadar sinirli olduğunu sormak için yanında koşturmaya başladı. Sadık? iki yüzlü davranmak hoşuna gitmesede babasının kız kardeşini öldürdüğü için ona hakaret ettikten sonra asıldığı günü unutmamıştı , gözlerinin önünde babasını astırtmıştı , kendini hayata bağlayan son çırpınmalarıda oğlunun gözleri önünde yapmıştı.Bir damla göz yaşı bile dökmeden babasına bakmıştı o anı iyice içine sindirmek için. Kralı seviyormuydu? Hayır ondan ölesiye nefret ediyordu onu öldürmek için can atıyordu ama bir dolu askerin gözü önünde bunu yapamazdı,camdaki yansımasına takıldı gözü . Hayır hayır ! Joshua çıkmamalıydı şimdi ortaya , ama bunu engelleyemiyordu işte, gözleri birer kan çanağına döndü ,gözlerinin akındaki damarların kırmızılıkları görülebilir bir dereceye gelmiş teninin bronzluğu gidip soluklaşmış ve gözlerinin altında hafifçe belirginleşmiş morluklar oluşmaya başlamıştı. "Bana bak Adrien bu mektupta veliahtlara bir suikast düzenleneceği yazıyor eğer oğullarıma bir zarar gelirse hepinizin kafasını kopartırım." yanında dolaşan Adrien'i farketmişti.

" Joshua, adım bu Adrien değil " kral sadece hızlı harket yeteneğinin olduğunu sanıyordu ama bu yeteneği yitireli çok olmuştu. Neyseki kral söylediklerini anlamamıştı yada garipleştiğini.Kralın uzattığı mektubu okudu. "Oğullarınıza mı? " dedi aklına Eléonore geldi sevgili kuzenine değer bile vermiyordu oysaki kraliçeyi o kadar çok anımsatıyorduki gözleri, dudaklarının kırmızılığı ,teninin fildişi beyazlığı saçlarının arasındaki tellerden yayılan altınımsı parıltıları ,babasını ve halasını hatırlatan bir ışık vardı üzerinde ahh! Adrien nereye gitmişti? duygusal ,düşünceli ,nazik ve kimseyi incitemeyen Adrien? şimdi damarlarında yayılan her bir hücrede küçük küçük patlamaların oluştuğunu hissediyordu . Kana susamıştı birilerini öldürüp yaralamadan önce Adrien geri gelmeyecekti. Kendini tutup kraldan bir adım uzaklaştı onu hikayesinin en sonuna saklamıştı, zamanı geldiğinde Joshua bir kez daha orataya çıkacak ve intikam alacaktı.
"Emrime bir kaç Leyjon - er verirsen kaynağını araştırabilirim burada yetiştirilmiş papirusdan imal değil bu rulo " sıkıca kavradığı kağıt parçasını kokladı. "Karanlık topraklardan." Kral bir grup Lejyon- erini işaret edip çağırmıştı. Atlılar hazırlanıp yola çıktıklarında en önde giden ,bu toprakları en iyi şekilde bilen bir adamı takip ettiler. Geldikleri yer bir sis vadisiydi kimse görünmüyordu pusu kurmuş olabilirlerdi.Zaten çokta net göremezlerdi adındanda kaynaklandığı gibi karanlık ve insanı tedirgin eden bir havası vardı birilerini öldürmek Joshua için sorun olmazdı çünkü çeşitli dövüş sanatlarını biliyordu en ufak ihtimalle sıyrık alıp kurtulurdu. Tepe gibi bir yerin üzerinde durduklarında atından hızla indi eline kılıcını alıp sıkıca kavradı .Tam o sırada önüne iki kişi hızla çıkmıştı elindeki kılıcı kim olduklarına bile bakmadan hızla indirdi etrafa kan sıçramıştı. " Lordum bundan hiç hoşlanmayacak" demişti askerlerden biri , aldırış etmedi sözünü umursayacağı tek kişi Flippo idi yerde yatan iki zararsız köylüden başka bir şey değildi . Sadece kurban olarak atılmışlardı. "Flippo yanıma gel " dedi üzerine sıçramış kanlara baktı, titremeye ve sarsılmaya başlamıştı . "Bu kılıcı al ve bir daha istesemde bana vermeyin ,kesinlikle " Adrienin cılızlaşan sesi bir an duyuldu.Yardım edebilecek tek kişi Flippoydu iyi bir askerdi çaresizce yüzüne sıçramış kanları sildi.
"Joshua o .. o.. benim diğer kişiliğim eğer bir daha orataya çıkarsa beni bir iple bağla ve saldıramayacağımdan emin ol ve kralda haber verme yoksa bu sonum olur" diğer lejyonerlerin duyamayacağı kadar kısık bir sesle konuşmuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Flippo Jerome
Lejyoner
Flippo Jerome


Mesaj Sayısı : 35
Kayıt tarihi : 11/12/08

İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: Geri: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimePtsi Ara. 15, 2008 2:03 pm

Ariadne... Bir isimden ibaret bazıları için, bazıları içinse soylulardan herhangi biri, bazıları için bir kişi, ailesi için de sevilen bir kişi, Leartes için ne acı ki uygun bir eş fakat kendisi için, onun için hepsinden öteydi anlamı. Ariadne, acı demekti aynı zamanda mutluluk demekti. Aşk demekti, ihanet demekti. Kıskançlıktan ölecekmiş gibi hissetmek, onu başkasının koluna takılmış görünce öfkeden kıpkırmızı olmak, onunla bir araya gelince, öpücüklerini tadınca kendinden geçmek demekti. Ah, o bir bilseydi kendisi için ne çok anlam ifade ettiğini... Bir türlü söyleyemiyordu, bir türlü sahiplenemiyordu onu. O bir kraliyet soylusu, eliahtlardan birinin gözdesiydi. Kendisi ise sadece başarıları ile adını duyurabilmiş basit bir asker. Ona dokunabilirdi, öpebilir hatta aşk sözcükleri fısıldayabilirdi kulaklarına, bir çok defa daha da ileri gittiği olmuştu ama asla tamamen kendisinin olamamıştı. Olamazdı da, fakat bunun sebebi genç bir bakire olması değildi ya da kibar bir hanımefendi olması da değildi. Çok daha acıydı, çok daha büyüktü o engel. Bu engelin adı sadakatti fakat gerçekte sadece hırslarıydı. Daha fazlasını elde etmek istiyordu sevdiği kadın, ona bir soylunun kızı olmak, kendisi gibi bir başka soylu ile evlenmek yetmiyordu. -Öyle olsa bile kendinin olamazdı ya- O söylediklerine göre ülkesine büyük katkıda bulunmak istiyordu, ama gerçekte sadece veliahtlardan birini sepetlemek ve tahtın kraliçesi olmaktı amacı. Fakat Flippo, onun o kirlenmiş düşüncelerine rağmen seviyordu onu. Kendisine de saf, temiz denemezdi zaten. Böyle bir şey boş kibir olurdu. Fakat en azından o, bu konuda sevdiği kadından daha dürüsttü. Nefret ettiği adamın gözlerinin içine baka baka arkasından iş çevirmek yerine ona direk karşı çıkmıştı. Her ne kadar bunu başkasının da arkasına sığınmadan yapmak istese de biliyordu ki aksine yetecek ne gücü, ne de cesareti vardı. Sonuç olarak yaşam hala ona tatlı geliyordu. Fakat bir gün, an gelecek, Ariadne, ölüm demek olacaktı. İşte o zamanı geciktirmek için ne yapılması gerekiyorsa yapıyordu. Kendisini işine veriyor, aklını ulusunun meselelerine yoruyordu. Tabi bu da kendisine epey avantaj sağlamıştı. Kral'ın güvenilir askeri, Edward'ın sağ kolu olmuştu. Şimdi de bu sisli, soğuk, Tanrıların nefretini çekmiş, terk edilmiş vadide Kral'ın yeğeninin tek güvendiği asker kendisiydi. Fakat dilerdi ki kendisi en kötü asker olsaydı da Ariadne'ye kavuşabilseydi. Onun bir soylu olmasını bile istemezdi aslında.

Zırhına sıçrayan kanın kokusunu alarak başını çevirdi. Zavallı çocuk, babasının gözlerinin önünde öldürülüşünü görmüştü. Bu yüzden aklı krala ettiği lanetlerle bulanmış, onu bir şeytana çevirmişti. Eğer bu deliliği bir şekilde öğrenilseydi onu işkence ederek öldürürlerdi salt ruhunu ele geçirmiş olan kötülüğü kovmak için. Onun kendisine seslenişini duyarak yanına geldi sessizce. Ardından başlığının ön kısmını kaldırarak yüzünü açtı. Kahverengi gözlerini onun yüzünde gezdiriyordu asık bir surat ifadesi ile. -Zaten bir saray oğlanı değildi ki gülümseyip dursun- Genç lordun çaresizliğini daha gözlerine bakarken anlamıştı. Onun için etrafındakilerin aksine gerçekten üzülüyordu. Direk bir sevgisi olmasa da ona bir insan olarak değer veriyordu. Flippo, ikizinin aksine soğuk değildi, kolay ısınabilen biriydi. Tabi ısınması sevgiye kolay kolay dönüşmüyordu, sadece olumlu düşünmeye, karşıdakinin iç dünyasına göre onu değerlendirmeye çalışıyordu. Nefreti de kolay meyfana gelen bir şey değildi aynı zamanda çabuk geçen bir şey değildi. Bu yüzden veliahtlardan birinden nefret etmek için çok uzun uykusuz geceler geçirmişti. Bu yüzden sadece kendisinden yardım istemesi bir asilzadenin yardımına gerçekten isteyerek koşmasına neden olmuştu. Onun insanlar hakkında çabuk yargıya vardığını bilse de, o ona aynısını yapamıyordu. ''Geldim ekselansları.'' dedi yalakalıktan uzak resmi bir sesle. Sanki kullandığı hitap sadece bir rütbeden ibaretti. Aslında teknik olarak bakıldığında öyleydi de. Onun söylediği sözcükleri iyice dinledi. Gene de elindeki silahı almakta ufak tereddüte düşmüştü. Joshua tehlikeli olsa da onu burada savunmasız bırakmak hayatının en büyük hatası olurdu. Ne yapmaya çalışıyordu sevgili komutanları şimdi? ''Silahınızı alıyorum çünkü böyle emrettiniz. Ama fikrime önem verdiğinize güvenerek şunu belirtmeliyim. Bu topraklar şimdiye kadar gördüğünüz hiç bir arenaya, hiç bir savaş alanına benzemez. Hızınıza güvendiğinizi biliyorum ama eğer size bir şey olursa ordunuzu komutansız bırakmış olacaksınız. Bu hangi savaşçıya yakışır efendim?'' Sesi donuk ve sakin çıkmıştı. Birini aman kızdırmayayım başıma bir şey gelir, diye düşünen biri değildi Flippo. Fakat saygılıydı da kendinden üstte olanlara. Silahı onun elinden aldı ama bunun sebebi emirden çok şu anda kendinde olmamasıydı.

Kılıcı aldıktan sonra ölmüş olan köylüleri(!) gösterdi. Her ikisinin de son derece şanssız olduğunu düşündü. Birer barbar oldukları halde köle olmayı reddetmişlerdi. Rezil bir yaşam süreceklerine asil bir şekilde başkaldırmışlardı. Onlara gıpta ediyordu, ne yazık ki onların cesareti kendisinde yoktu. Kaldı ki kendisi bir Yunan idi. Hellen dili konuşan biri. Alt tabakadan bile olsa özgürlüğü alınmamıştı elinden. Burada durmasının sonucu olarak hayatını sürdürebileceği, ailesine bakabileceği kadar drahmi alabiliyordu hazineden. Drahmi alamazsa kral ve veliahtlar için çalışması, tamamen vicdanına kalmış bir şey olurdu ki o zamanlar takdir ederseniz vatanseverlik, milliyetçilik akımı o zamanlar olmadığından sadece kendi seçimine bağlıydı. ''Onlar...'' diye başladı söze. ''...sandığınız gibi sıradan köylüler değiller majesteleri. Belki de size zarar veremezlerdi o an ama Tanrılar korusun ellerine bir fırsat geçseydi onlar sizin için bu kadar üzülür müydü bir düşünün. O yüzden, inandığınız Hera'nın adına sığınarak diyorum, daha güçlü olunuz. Joshua başka birisi değil sizsiniz. Onu kontrol etmek, bu topraklarda onun yok edici gücünü kendi yararınıza kullanmanız elinizde.'' Sonra ona iyice yaklaştı gözlerine bakıyordu ciddiyetle. ''Kaldı ki sizin hız gücünüz var. Eğer Joshua isterse bunu benden rahatlıkla alır. Üstelik beni de öldürür. Bağlayamam da sizi. Yakalayamam ki. Benim için sorun olmaz hayatım size ve veliahtlara feda olsun ama bizim teknolojimizi bize karşı kullandıkları bu topraklarda ordunuzun bir adamını bu kadar çabuk harcamak istediğinizden emin misiniz?'' Bir süre sustu ve sözlerinin etki etmesini bekledi. Kısa bir sessizlikten sonra onun hala kanlar damlayan kılıcını uzattı. Devam etti sözlerine. ''Ben değersiz fikrimi belirttim ama seçim sizin ekselansları. Komutan sizsiniz. Doğru ya da hatalı, sizin iradeniz olacak bu.'' Bir komutanın ordusunu yönetmesi için öncelikle sorumluluk almayı öğrenmesi gerekiyordu. Kendi sorumluluğunu bile alamazken Adrien, bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Sislerin ara ara yoğunlaşarak çevreyi gizlemesine rağmen dimdik durmuş, yerinden kıpırdamıyordu onun yanıtını beklerken. Bu, oldukça dramatik bir görüntüydü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: Geri: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimeÇarş. Ara. 17, 2008 4:22 am

"Anlamıyorsun Flippo bir katil o , bağlayacağın kişi ben değilim Joshua , ruhumu ele geçirmiş bir şeytan olarak adlandır istersen, yada başka bir varlık, ama onu durduramam sizede zarar vermekten korkuyorum şu an senin gözlerinin içine bakan benim ama Joshuaya dönüşürsem acımasız bir katilden başka biri olmam, Joshua kan dökmezse Adrien geri gelemez ve kanını dökmek zorunda olacağım kişilerin yanlış kişiler olmasından korkuyorum ,böyle bir göreve layık değilim Kral gerçek kimliğimi bilmediği için beni sizinle gönderdi." çaresiz bir sesi vardı, bu kadar zayıf ve güçsüz olmaktan nefret ediyordu, keşke ona direnebilecek gücü bulabilseydi.Flippo zekası ve başarısıyla ön plana çıkmış bir askerdi ,ondan başkası dizginleyemezdi Joshuayı,bir o kadar kurnaz ,acımasız ve şeytansıydı. Yerdeki cansız cesetlere baktı . "Adaleti böyle sağlayamam, birer suçlu olmuş olabilirler ama işledikleri günahların nedenlerini bilmeden onların canlarını almamalıydım, Hera'nın lanetini hak ediyorum affını değil." dedi Flippo'ya arkasını döndü . Adrieni bağlamayacağını bilmeliydi,hem bunu yaptırtarak onuda tehlikeye atabilirdi, böyle aptalca bir şeyi nasılda düşünebilmişti, evet Joshua bir yolunu bulup kurtulur ve kendini bağladığı içinde ilk tercihi Flippo olurdu , ne olursa olsun bu hastalıklı kişiliğine hükmetmenin bir yolunu bulmalıydı " Eğer bir daha aynı acımasızlığa bürünürsem zayıf noktamı bulmalısın Flippo " dedi kılıcını tekrar eski yerine kınına soktu,üzerindeki kan lekelerine çaresiz bir şekilde baktı.Atına binmek yerine onu ipinden çekerek yürümeye başladı. "Siz, hepiniz etrafı kolaçan edin ,bir tuzak olmalı, sırayı bozmayın ve uzaklaşmayın, düşman bir askeri kolaylıkla alt edebilir ama bir grup askeri kolay alt edemez." üzerindeki miğferi ve koruyucu zırhları uzun bir zaman sonra tekrar giyinmişti, her geçen gün biraz daha büyüyordu ,yüzünde tıraş olurken oluşan kesikler toyluğunu göstersede hem zihinsel hemde ruhsal yönden bir çok er'den daha yaşlı hissediyordu kendini. Bir komutan olamayacak kadar toy görünsede Kral'ın buna aldırış edeceğini sanmıyordu , onun için savaşta kaybedilmiş bir askerin fazla değeri yoktu. Yinede bir savaş dehası olmak için yaşının büyük olması gerekmiyordu,adımlarını sağlam atan bir gençti ve kendinden beklenildiği gibi bu işi çözmeden bir yere gitmeyecekti.Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışacaktı. Flippo ve diğer askerlerde kendisiyle birlikte yürüyorlardı.Herhangi bir tuzağa rastlamamıştı ama adımlarını sıkı atmalıydı , görüş alanlarını kısıtlayan sis yüzünden her adımında biraz daha tedirginleşiyordu. Gözleriyle göremeyince yavaşça sinirsel olarak yıpranmaya başladığını hissetti ama kendini tutmalıydı şimdi sırası değildi. Yürümeyi bırakıp ,durdu ve yere çöküp eline bir parça toprak aldı,havadaki nemden dolayı yumuşamıştı belkide etrafta iz olup olmadığını böylelikle daha rahat kolaçan edebilirdi. Elementinden kaynaklanan ve armağan edilen tılsımı sayesinde toprağa karşı hassaslaşmıştı. Toprak elementi halkı iyi koku alır ve çok iyi iz sürerdi, diğer elementlerden ayrılan en büyük özellikleri buydu zaten. Bir iki adım ötesinde daha önce buralarda birilerinin yürüdüğüne dair izlere rastladı . "Şuna bak Flippo, sis vadisine bizden önce birileri gelme cesaretini göstermiş, ayak izleri oldukça büyük ve bir insana ait , ne dolaplar döndüğünü bilmiyorum ama bu topraklarda yaşayan birileri göndermiş olmalı o kağıt parçasını , zaten başka kim kuzenlerime bir pusu kurulacağına dair tehdit mesajı gönderme cesaretinde bulunabilirki?" ayağa kalktı ,bir adım ötesinde karanlık bir sulietin kıpırdadığını hissetti . "Kim var orada " hızla adım atmasını engelleyen ateşten bir çember oluştu etraflarında.

Askerleri ,Flippo bu çember ortasında kısılıp kalmışlardı. "Doğru söylüyorsun kim böyle bir şeye cesaret edebilirki? O Kral bozuntusuna daha önce topraklarımıza adamlarını yollamaması için defalarca uyarıda bulundum ama görünüşe bakılırsa yine aynı küstahlıkla hayatımıza burnunu sokmaya devam ediyor." Gölgelerin arasında yavaşça süzülürcesine ay ışığının aydınlattığı alana çıktı ardından ağaçlıkların ardından bir çok yüz belirmişti,yalnız olmadığı belliydi. "Veliahtları tehdit etmiş olmasaydınız askerlerimle buraya gelme gereğini duymazdık"

"Onları tehdit eden biz değildik topraklarımızdan defolup gidin" Krala baş kaldırmış bir grup halktan başkası değildi , ama küçümsenecek gibide değillerdi , ateş çemberi biraz daha yükselmişti. Askerlerine bir şey yapmamaları için bakış attı. "Budaladan başka bir şey değilsiniz bu şekilde davranarak Kralın sizi rahat bırakacağınımı sanıyorsunuz? sadece burada gördüğünüz Kralın ordusunun sadece küçük bir parçası , emin ol kızarsa başta sen dahil olmak üzere hepiniz cehennemi boylarsınız." küçük mızrak gibi sıcak ve sert birşey kolunu sıyırıp geçti. "Hayır şimdi olmaz ,şimdi olmaz" yine aynı şeyler oluyordu Adrienin uzaklaşan sesi duyuldu "Flippo yardım et " aynı acı ve nefret dolu hislerden geçiyordu bölünmeye başladığını hissetti,sanki ruhunun bir kısmı ön plana çıkmışta diğerini gizlemeye çalışıyormuş gibiydi, acıyla dizlerinin üzerine yere düştü. "Nefret ,kan ,ölüm ruhlarınızı taşıyan cesetlerinizin her bir parçasını liğme liğme etmek kadar zevklisi olamazdı." beklenmedik bir kahkahayla sarsıldı. "Ölümün soğukluğunu kaç defa hissettin seni budala , topraktan geldik toprağa gideceğiz, ama sen biraz erken gidecekmişsin gibi hissediyorum, bak duyuyormusun seni çağırıyor " henüz daha fazla yükseltilmemiş olan ateş çemberinin üzerinden zıpladı , lejyon erlerinin ne yaptığını göremeyecek haldeydi bir tek kişiye odaklanmış gibiydi kılıcını hızla çıkarttı, fırlatılan mızraklardan büyük bir başarıyla kurtulmaya başlamıştı,haraketleri o kadar hızlıydıki buna fırsat kalmıyordu zaten. Daha fazla kan dökülmeliydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Flippo Jerome
Lejyoner
Flippo Jerome


Mesaj Sayısı : 35
Kayıt tarihi : 11/12/08

İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: Geri: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimePaz Ara. 21, 2008 9:50 am

Onun sözlerine başını salladı. Doğruyu söylüyordu ama unuttuğu bir ayrıntı vardı. ''Adaleti sağlamak kalbi kapkara olmayan herkesin hayalidir lordum. Fakat bunu kimse gerçekleştiremez. Ne yaparsanız yapın adil olmayan bir şeyler mutlaka olacaktır. Önemli olan bu değil zaten şu anda. Krallığın ayakta kalması adına, adilliği göz ardı etmek zorunda kalacağız çünkü çoğu zaman...'' Köylülere dikti gözlerini. Onların ölümü gerçekten cesurcaydı, sonradan karşılaşacaklarından bir çoğununki de öyle olacaktı. Sonuç olarak onlar da kendi adaletlerini sağlamaya çalışıyorlardı. ''...kurunun yanında yaş da yanar derler. Bilmem anlamını biliyor musunuz?'' Lordun atına doğru gitmesi ile bir kısmı kanla süslenmiş miğferinin yüz kısmını kapattı. Seri ama sakin adımlarla lordun ardından kendi atına yöneldi. Süvariler olarak atlarına binmeleri gerekiyordu normalde ama komutanlarına saygı adına hiç kimse binmedi atına. Süvarilerin hepsi tıpkı komutanları gibi atın kayışını çekerek ilerliyordu. Flippo da aynısını yaptı doğal olarak. -Yaya lejyonerler de zaten atsızlardı.-Hepsi komutanlarına uyum sağlamak için yetiştirilmişlerdi. Kendisinin de diğerlerinden fazla farkı yoktu aslında. Sadece, onların aksine zekasını da yerinde kullanmasını beceriyordu. Onu sessizce takip etti. Herhangi bir şekilde dikkatini dağıtmak istemiyordu. Eğer öyle yaparsa o güzelim hız gücünü kullanmakta zorluk çekeceğinden emindi. Onu savunmasını en iyi yapacağı halde tutması gerekiyordu. Aksi halde veliahtların uğruna bile vermekten hoşlanmayacağı birini feda etmiş olacaktı. Bu genç delikanlıyı seviyordu oysa. Onun veliahtların hepsinden de daha fazla hak ettiğini düşünüyordu tahtı. Özellikle Leartes ve Edward'dan daha çok... Eudor ve Eléonore hakkında çok fazla fikri yoktu.

Sisin soğuk dumanı arasında ilerleyen karanlık gölgeleri içinde en ufak duygu kıpırtısı olmaksızın izlerken kendi adını duydu. Veliahtların kuzeni, sessizliğini bozmuştu anlaşılan. Doğrusu onun yanlarındaki rehbere bile kulak asmayışını umrsamamıştı bir an. Fakat bir hata yaptığını söylediklerini duyduktan sonra anlamıştı. Tam ona daha ileri gitmesine engel olmak için bir şeyler söyleyecekti onun seslenişi üzerine sustu. Sadece kınından kılıcını çıkardı dikkatle. Fakat etrafını saran ateşten çember o kılıcı kullanabileceğine dair umutlarını yok etti. Diğer askerlerle beraber çemberin içerisinde etten bir çember oluşturup dört bir yana saldırı için hazırlandı askerler. Onun bir işareti üzerine. Anlaşılan Adrien'in kendisi ile uğraşmaktan orduyu komuta etmeye fırsatı olmuyordu. Kendisi de komuta etmekte, bir yardımcı görevi görmek üzere görevlendirilmişti zaten. Sessizce beklemeye başladı. Adrian ve barbarın arasında geçen diyaloğu sesini çıkarmadan, sadece üzerinde düşünerek dinledi. Askerlerden birinin göğsüne saplanıp onun çığlıklar içerisinde yere yığılmasına neden olan şeyin önce komutanlarını sıyırmış olduğu apaçıktı. İşte bu, büyük ihtimalle onun katil yanını ayağa kaldıracaktı. Bu kişiyi yok etmek ya da engellemek için bir etkisi olamazdı. Daha çok, geride kalıp sessizce, lordun öfkesinin düşmana yönelmesini beklemeliydi. Kendilerine durması işaret edildiğinde kılıçlarını çıkarmış harekete hazır olan askerlerin kin ve nefretlerini içinde tutarak kımıldamadan durduğunu gördü. Gözlerini kapattı o anda. Lordu ateş çemberini aşarken o da alevleri yok etmek için bir şeyler hazırlıyordu. Bir sarsıntı yaratacak, toprağın altından çıkan bir basınç sayesinde ateşi toprağın içine çekecekti.

''Şimdi, hazırlanın! Güçlerinizi nerede nasıl kullanacağınızı iyi biliyorsunuz. Şimdi yapmanız gereken ilk şey birazdan kırılacak olan zeminden atlayarak sağlam zemine ulaşmak. Zor durumda kalan arkadaşlarınızdan yardımı esirgemeyin kendinizi güvende tuttuğunuz sürece. Unutmayın birlikten kuvvet doğar!'' Var gücü ile bağırmıştı askerlere ardından kılıcı yere batırdı tam alevlerin dibinde bir çatlak oluşturdu. Ardından toprağa adapte olarak derin bir nefes aldı ve titreşimleri arttırmaya başladı kılıcın etkisi ile olan. Titreşimler arttıkça toprak sarsılmaya başladı. Ateşin çevrelediği toprak kısımları çökerek alevleri yutmaya başladı. Daire tamamlanmadan buradan gitseler iyi olurdu. Gözlerini açtı ve başlattığı sarsıntıya rağmen dikkatini toplamaya çalıştı. Bacaklarını gerdi ve ilk atlayışı kendisi yaptı açılan ilk odacıktan. Kılıcını savurup ilk karşısına çıkanın kafasını yere düşürmeyi de ihmal etmemişti. Adrien'i yani Joshua'yı aradı gözleri. Fakat gördüğü tek şey hızla ölen bir kaç kişi oluyordu. Bu sayede yerini tespit edebilirdi. ''Lordun bölgesine yaklaşmayın. Hucüm!'' diye bağırdı resmen gırtlağını zorlayarak. Losrun bölgesine yaklaşan askerlerin helak olacağından adı gibi emindi. Fakat Lordun korunması da gerekiyordu. Bu yüzden Joshua karşısında daha deneyimli olan kendisi biraz olsun yakınına yaklaştı. Sislerin arasında onu görmek zor oluyordu ama toprağın kendi müsebibi olduğu titreşimleri bittiğinde düşmanların ayaklarının titreşimlerini duyumsayarak atıldı. Kan dökülmeliydi. Fakat bir şey eksikti. ''Joshua, Dinle beni ölümün efendisi!'' diye bağırdı yere savrulup duran cesetlere yaklaşarak. Lider, gene de kurtulmayı başarıyordu ondan. Tabi alev gücü kendisine büyük bir yardım ediyordu. ''Onu öldürme, etkisiz hale getir! Öldürmeden önce işkence etmek senin için daha zevkli olacak bunu biliyorsun. Bilgileri kendi isteği ile bize vermesi için yalvart onu. Ondan alacağın bilgiler senin buraya geliş sebebindir.'' Onun içindeki caninin buna tav olacağından emindi neredeyse. Fakat gene de söz konusu Joshua olunca hiç bir şeyden emin olmamak gerektiğini biliyordu. Belki başka çarelere başvururdu. Zeka oyunları zaten Atlantisi'te hayatta kalma kurallarından biri değil miydi? Kolları rahat ve güçlü bir hareketle kendisine yönelen mızrakları kesti ve Joshua'yı korumak için biraz daha yakına sokuldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: Geri: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimePtsi Ara. 22, 2008 5:17 am

O günü ,gözlerini bir ormanda ağaçlıkların arasında açtığı anı unutamamıştı,önce yavaşça ayağa kalkmış ve yırtılmış elbiselerine bakmıştı üzerinde kan lekeleri vardı ellindeki kan damlalarına baktı ne olduğunu bir an anlayamadı başına nelerin geldiğini,ilk defa oluyordu böyle bir şey daha önce kendini hiç kaybetmemişti ,üstelik nereye ait olduğunu bilmediği bir ormandaydı.Gece her zamandakinden daha fazla karanlıktı ve gece kuşlarının çıkarttığı garip seslerle iyice ürkütücü olmaya başlamıştı sadece gökyüzüne küçük küçük serpiştirilmiş yıldızların loş ışıklarıyla ne halde olduğunu görebiliyordu onun dışında görme yetisini kaybetmiş bir âmâ gibiydi. Nereye gittiğini bilmeden sendeleyerek ve ayağının altındaki taşların çıplak kalmış ayaklarına batmasına tahammül edemeyen küçük küçük acı iniltileriyle yürümeye başlamıştı.Ellerindeki kanların pıhtılaşmaya başlayan sıvısıdan tiksinerek temizlemek için üzerine sürdü ,saçları karman çorman olmuş ve yüzü kirlenmişti,bir an önce evinin yolunu bulup bu pislikten arınmak istiyordu. Zaten bu kanlarında nereden geldiğini anlayabilmiş değildi ,bir yeri yaralanıp zarar görmediğine göre başka bir şey olmalıydı. Biraz daha yürüdü ,fakat ayağı bir şeye çarpmıştı, yumuşak bir şeye ... bir kaya parçası olamazdı. Aklını kaçırmış olmalıydı Adrien ,korku dolu bir acının boğazına kadar yükseldiğini ve bir alev topuymuşçasına boğazını yaktığını hissetti,yavaşça yutkundu,dizlerinin üzerinde çökerek demin ayağını çarptığı şeye yaklaştı ,yaralanmış zararlı bir hayvan olabilirdi ,yaklaşmaması gerekiyordu ama beklenmedik bir cesaretle elini görmeyen gözlerle uzatarak incelemeye başladı , önce ıslak bir kol ardından geniş bir vücut ve buz kesmiş soğuk yanaklar... hızla geriye çekildi , ellerinin titrediğini hissediyordu, yerde yatan cansız bir bedendi. Tam zamanında sanki Tanrılar işlediği günahın sonuçlarını görebilsinler diye ay'ın önüne geçmiş ve etrafı karanlığa boğan bulutu yerinden yavaşça çekmişti. Adrien'in yüz ifadesinin ,şaşkınlık ,korku ve tiksintiyle karışık bir ifadeye büründürmüştü cesetin üzerine vuran ay ışığı. Ölen adam bir aristokrattı ve çokta iyi bir kişiliği olduğu söylenemezdi ama neden öldürmüştü onu . Önce cesedin yanındaki kesici alete sonrada onun yanına düşmüş kolyesine baktı, boğuşma esnasında boynundan kopmuş olmalıydı . Ne yapmıştı böyle. Hızlı çevik bir el haraketiyle kolyeyi aldı ve yırtılmış togasının iç çebine koydu.Kılıcı ortalıktn kaybetmeli ve cesetide yok etmeliydi,çaresizlik içerisinde cesedi sürükleyerek ilerlemeye başladı ölü beden o kadar ağırdıki , bu arada bir durup derince nefes almasına sebep oluyordu. Biraz daha mesafeden sonra bir göl birikintisi gördü ve son bir çabayla hızla cesedi çekip göle attı. Kısa bir zamanda dibe çöküp yok olurdu, en azından Adrien öyle umut ediyordu ,etrafta iz bırakabilecek herşeyi temizleyip koşarak eve gitti, köleleri beklemekten yorulmuşlar ve odalarına çekilmişlerdi.Kimse efendisine nereye gittiğini ve ortalıkta görünmediği için hesap sormaya cesaret edemiyordu,neyseki o halini bir gören olmadan kolaylıkla odasına çıkmıştı hızla soyunmuş elbiselerden kurtulmuştu.Bir tasa doldurduğu su ve süngerle temizlenmişti , yatağının üzerine attığı kolyeyi inceledi ,uzun bir zamandır açıp içine bakmamıştı ,buna cesaret edememişti daha doğrusu, babasının o son bakışlarını kolyenin üzerinde tekrar görmek istemiyordu,bunun yerine tamir edip tekrar boynuna taktı. Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla yatağından kalktı bir köşede duvara asılmış olan boy aynasının karşısına geçti.

"Kim böylesine kendisinden korkabilir, kim kendi içinde bir canavar saklayabilir? Hayır ben olamam o lanetli kişilik" aynadaki yansımasına korkuyla baktı,bir adım geriye tedirginlikle çekildi. "Neyim sence ben ? Aklımı mı kaybettim? Bu nasıl bir canilik olabilir? "bu sefer tam tersine bir adım daha atarak aynaya yaklaştı , yansımasına dikkatle bakmaya başladı, elini korkuyla uzattı ,aynadaki parmaklarına dokundu , ne kadarda beyazlardı ,tıpkı bir ölünün parmakları gibi soğuk ve cansız, yansımanın diğer tarafındaki kendi eline baktı, tam tersi güneşten esmerleşmiş ve bronzlaşmıştı. Yanlış bir şey vardı. "Kimim ben ?" odada Adrien'den başka kimse yoktu ,kapının ardından hizmetçilerden biri dinleyecek olsa efendilerinin aklını kaçırdığına kesinlikle inanırlardı. Garip bir kişiliği vardı zaten , hep geri planda kalır olacakları izlerdi, genellikle sessiz ve ağır başlıydı,hani şu ne yapacağı belli olmayan dış görünüşe aldanmayacaksın dedirten tiplerdendi. Az konuşup çok düşünen,yerinde konuşmasını bilen ve iyi eğitim almış bir aristokrat olarak isim yapmıştı. Fakat dün gece yanlış bir şey yapmıştı. Çıldırmış gibi ellerini başına götürüp kafasına vurmaya başladı. "Ne yaptım ben ,ya biri öğrenirse? " uykusuzluktan gözlerinin altına karanlık gölgeler çökmüştü. Kanlı elbiselerini ilk fırsatta şömine ateşine atıp yakmıştı şimdiyse haberlerin bir cesetin su yüzüne çıktığının yayılmasını beklemeye başlamıştı. O gün ve ardından geçen haftalar boyunca o adamı kimin öldürdüğünü bulamamışlardı.Bütün bu zaman boyunca içindeki diğer kişiliğin ortaya çıkmasını beklemişti ,çok zamanını almamıştı.Aradan bir kaç ay geçmiş ve şimdi Flippo ile karanlık topraklarda görülmüştü. Hayır bu Adrien değildi önündeki insanları acımasızca öldüren Joshua'dan başkası değildi,kimseyi görmüyor veya duymuyor gibiydi sadece öldürmek için amaçlanmış gibiydi. O kendine karşı çıkan adamı öldürmeliydi yoksa rahatlayamayacaktı. Ona kavuşana kadarda önüne çıkan herkesi kesip biçmeye başlamıştı. Biraz daha kan ,biraz daha kan ... o adamı bulup canını alan kadar daha fazlasını dökecekti,üzerine gelen kılıçlardan ve oklardan kolaylıkla sıyrıldı.Hedefine ulaşmasına az kalmıştı.Fakat bir ses duydu dikkatini dağıtan... "Öldürmeden önce işkence etmek? " kimin sesiydi bu. Joshua'nın zevklerine hitap eden sesin geldiği yöne döndü .Dikkati dağılmıştı . Bir an kanlanmış kızarmış gözlerle genç askere baktı " Seni sevdim." tam zamanında bacağına saplanan okla acı içinde bağırdı. Dediğini yapacaktı bir an önce o adamı esir almalı ve konuşana kadar işkence etmeliydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Flippo Jerome
Lejyoner
Flippo Jerome


Mesaj Sayısı : 35
Kayıt tarihi : 11/12/08

İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: Geri: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimeÇarş. Ara. 24, 2008 11:18 am

Küçükten başlayarak yayılan, giderek artan toprak sarsıntıları, oluşan çatlaklar, sarsıntılar ile giderek yüzeya çıkan magma alevleri, insanları, binaları, yakaladıkları her şeyi yutup içine çeken, çatlakların arasındaki basınçların neden olduğu vakum dehlizleri... Güçleri bu muydu sadece Flippo'nun. Sadece bunun sayesinde mi Hava'nın tılsımından çıkıp Toprak'ta kabul görmüştü, sadece bunun için mi Edward'ın bu kadar ilgisini çekmişti. Belki de bir noktaya Leartes'e düşmanlığından kaynaklıydı bu sevgili veliahtının. Fakat bir noktadan sonra diğerlerinin arasından sıyrılmasının avantajını kullanarak diğer bir gücünü ortaya çıkarması gerekmişti, hep de gerekecekti. Bu savaşa Kral'ın askeri olarak gelse de aslında burada, bu topraklarda bu rütbenin hiç bir önemi yoktu. Özellikle şu adamın kılıcının hamlesinden kurtulurken, öbürünün ustaca dövüş tekniğini anında kavrarken hiç mi hiç etkisi yoktu rütbelerin, nişanların, geçmişte yapılmış bitmiş şu ana etkisi olmayan şeylerin. Etkisi olan tek şey, Joshua'yı daha Adrien'in ağzından telaşla dökülürken kavramasına yardımcı olan yeteneği olmuştu. Ariadne'yi kendisine çekmesini sağlayan da tam olarak buydu. Aynı şekilde ona lanetli bir şekilde çekilmesine neden olan da... Joshua'yı hayatında ilk defa görse de benzerlerini çok görmüştü. Zalimlerin ana fikri, düşün biçimleri, tavırları ve zayıf noktaları hep aynı olurdu. Üstüne üstlük Joshua, bu işte ustalaşmış biri değildi, sadece ve sadece gerçekte kalbinde büyük bir merhamet taşıyan Adrien'in zayıflığı idi. Rahatlıkla kandırılabilirdi, rahatlıkla yönlendirilebilir. Tanrılar! Bu adamın kontrolunu ele geçirmeyi kendisinden başka kimse çözememeliydi. Aksi halde büyük yıkımları getirecekti bir dolu art niyet. Bu da çok büyük kayıplara neden olacaktı. Göz önünde olmalıydı Joshua, Adrien'in bir parçasıydı ne de olsa, onu kendisinden korumalıydı.

''Dikkatli olun majesteleri, kendinizi öldürtürseniz o haini nasıl yakalamayı umuyorsunuz?'' dedi onun tam yanında biterek. Hiç vakit kaybetmeden eğildi ve bir cesedin üzerinde duran mızrağı alarak oku atan adamı tespit ederek ona doğru fırlattı. Zaten etrafa çılgın gibi ok yağdırmakla uğraşan adamı anında vurmuştu. Sırtına asmış olduğu kalkanı çözerek hem kendisine, hem Joshua'ya gelen okları engellemek için eline aldı. Diğer yandan kendisine ve genç ariskotrata saldıranları püskürtüyordu kılıcı ile. ''Her an hızınızı...'' Onu kaybetmişti. Yeniden etrafa bakınmaya çalıştı ama ansızın üzerine yağan oklardan kaçınmak için koşması gerekmişti. O adam gerçekten haindi, herhangi bir veliahta boyun eğmekten en başta kaçınan barbarların özel güçleri olamazdı normalde. Kendi içlerinde yetiştirdikleri yılanlardı bu ayrıcalığa sahip olanlar. Karanlık büyücüler diyordu onlara, barbarların özgürlük isteklerini kullanarak, çeşitli güç ve siyasi kimlik vaatleri ile onları istemedikleri durumun katı katı kötüsünü yaşatıyordu bu serseriler. Omzunu teğet geçen bir okun acısını içine atmadan sanki kriz geçiriyormuş gibi haykırarak en yakınındaki, bir lejyoneri yere yıkmış olan adamın boğazını kesti. Yüzüne sıçrayan kanı temizlemek için vakti yoktu. Ansızın koşarak diğer yerlere göre daha yüksek, nispeten daha sakin bir alan seçti ve etrafa bakmaya başladı. Gördüğü manzara gerçekten dehşetengizdi. Atılan mızrakların, fırlatılan okların, savrulan kılıçların arasında elinden geldiğince hızlı bir şekilde genç komutanlarının yanına ulaştı. Oluşan sarsıntılar, patlamalar, buranın barbarlarını çığlık çığlığa bağırtan, dehşete düşüren parlamaların hepsi de kendi ordusuna aitti. Çok az kayıp vermişti imparatorluk ordusunun bir bölüğü. Geriye kalan barbarlar da artık teslim oluyordu. Zaten başka türlüsü de mümkün olamazdı.

''Majesteleri, burada olmaz, onu başka bir yere götürelim ve bağlayalım. Sonra istediğinizi yaparsınız. Şimdi şifacıların sizi iyileştirmesi daha önemli.'' Onun kılıcı tutan elini yakaladı ve bırakmazcasına tuttu. Yüzüne güven verici bir gülümseme yerleştirmişti. Zaferin tadı, birazdan gelecek eğlencenin vaadini taşıyordu konuşması. ''Şimdi oturun. Gördüğünüz gibi bir sürü esir alındı. Onun da diğer esirlerle beraber zincirlenmesi olayı sizin açınızdan daha iyi bir hale getirir. Şimdi sakinleşin.'' Cebinden bir matara çıkardı. Bir kısmını eline döktü ve genç soylunun şakaklarına serpti. Onun öfkesinin geçmesi gerektiğini biliyordu Joshua'nın yok olması için. Ona zaferinin havasını hissettirerek, az da olsa neşelenmesini sağlayacaktı. ''Biraz dinlenin. Aceleye gerek yok. Acele keyfi her zaman kaçırmıştır.''
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




İki yüzlü katil.  hö? Empty
MesajKonu: Geri: İki yüzlü katil. hö?   İki yüzlü katil.  hö? Icon_minitimePtsi Ocak 12, 2009 3:30 am

Yaşam ne idi? Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte, yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden... Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklarda yıldızlarla konuşan... Mutluydum rüzgarla birlikte maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken, mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken... Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları yeryüzünde... Hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin peşinde... Bazen bir kuşun kanadına karışır, uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte. Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana... Göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. Ama yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında... Sığınırken bir kaya kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce...Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için...Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim... Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. Koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. Yaşamı hissedebilmek için... Yaşam olabilmek için...Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... Sıcaktı toprak, gökyüzünün olamadığı kadar... Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...Sevdim onu... Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...Toprağın derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim... Zaman geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... Yerimde duramaz hale geldim... Güneşi özledim... Yıldızlara merhaba demek istedim.... Terk ettim toprağı. Sıcaklığını, şefkatini. Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü gördüm yeniden... Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür... Aktım, gittikçe büyüyerek... Beni sarmalayan toprağa dokunarak aktım... Nereye gittiğimi bilemeden... Sadece yaşamı ögrenebilmek için aktım... Benimle çiçekler açtı ağaçlarda, topraktan otlar fışkırdı delicesine... Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana yaşam nedir diye sorduğumda... Büyümek istedim... Daha hızlı akmak, denize kavuşmak istedim... Aktım gökyüzünün görünmediği ıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına ... Başakların rüzgârla dans ettiği ovalara geldiğimde duruldum... Onları seyredebilmek için yavaşladım... Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı... Rüzgarla dans mı diye?.. Cevap vermediler bana... Denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce dokunabilmek için.Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm... Gördüm orada canlılığı,başkaldırmışlığı, hasreti... Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim... Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi... Sevişmek istedim onunla... Yaşamı istedim ondan... Dokunduğumda denize, balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize... Bir oldum onunla... Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum, okyanus oldum. Kapladım dünyayı canlılığımla. Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım... Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum... Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize?Cevap alamadım... İnsan olmak istedim... Yaşamın ne olduğunuöğrenirim diye...Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda... Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle... Büyümeye başladım içinde olduğum insana fark ettirmeden... Büyüdüm, büyüdüm... Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur verdi... Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim... Güneşe sarılmak istedim... Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim...Yaşamı insanlara sormak istedim... Işıkla tekrar kavuştuğumdaözgürlüğümü hissettim yeniden... Küçük bir su damlasıyken gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi... Büyüdüm zamanla... Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte... Sordum insanlara yaşam nedir diye?.. Cevap veremediler... Bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime... Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak, bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini... O zaman anladım ki; Yaşam sevgidir... Sadece sevgi.

Ne geçmiş peşini bırakıyordu nede geleceği , ikisinin arasında sıkışıp kalmıştı, kendini ayakta tek tutan şeyde Adrien'in kalbindeki kirlenmemiş tek yüzüydü.Bir cellata yakışmayacak en son şey sevgi değilmiydi, sevgisizlik ,acımasızlık Joshua ile bütünleşmişti, bir insanın gerçekteki iki yüzü... Acı ile yüzü kasılmışken Flipponun sözleri ile bir an boş boş baktı. "Beni eleştirmeye kalkma sakın sen sıradan bir askersin ben ise bir soylu" söyledikleri Joshua'nın nefretiyle bütünleşmiş gerkçek yüzüydü, hiçbir zaman Adrien gibi karşısındaki insanı umursayarak konuşamayacaktı.Yinede yetenekli bir lejyon - eri idi Flippo; ona bu şekilde davranırsa zekasından yararlanamaz , tam tersine gözünden düşer ve içten bir yardım alamazdı. "Her ne ise.." dedi lafı çok uzatmadan bacağındaki oku ,acımasına aldırış etmeden hızla çıkarttı.Yaralı bacağının üzerinde birden ayağa kalkması dengesini kaybetmesini sağlamıştı; neyseki son anda dengesini koruyup yere kapaklanmaktan kurtulmuştu.O kadar hızlı haraket ediyorduki , kılıcı sapladığı düşmanı neye uğradığını anlamadan yere yığılıyordu. Birden fazla ceset yığılmıştı, fakat bundan tiksinmek yerine tam aksine zevk alıyordu, ne kadar hızlı olursa olsun oklardan ve keskin kılıçlardan nasibini almış , zırhının kenarından geçen kılıç belinde bir sıyrık bırakıp kanamasına sebep olmuştu, canı yanmaya başladıkça daha fazla sinirlendiğini hissediyordu. Kazanmışlardı, Joshuanın amacı kazanmaktan çok cinayet işlemek olsada bir şekilde askerlerin yardımıyla hepsini alt etmişlerdi.Bir anlığına durulacak gibi oldu ,koşmayı bırakıp yerinde durmaya karar verdiği sırada genç er'in sesini duydu. Dikkati dağılmıştı ,ilgiyle yüzüne bakıp incelemeye başladı kirlenmiş yüzüne su serpmeye başlamıştı. Soluk renginin can bulmaya başladığını hissediyordu, buz gibi soğuk değilde daha insancıl ve daha sıcak hissediyordu, aklından cinayet işlemeye dair manyakça fikirleri silinmeye başlamıştı, derince bir soluk aldı ve ellerine baktı kan içinde kalmıştı.Er Flipponun söylediklerini unutmuştu sanki . "Ne acelesi ? Neyin keyfini çıkaracağız ki?" Oturduğu yerden sadece Flippoya odaklanmış bakıyordu, biraz şaşkınlık vardı sersemlemiş gibiydi. İleride bir askerin sesiyle dikkati dağıldı ve bakışlarını Flippodan kaçırıp o tarafa baktı. "Lanet olsun! buda neyin nesi böyle. Bunları öldürmek yerine savunmasız bırakabilirdiniz." görüntüden o kadar sersemlemiştiki ordaki cesetlerin yarısının kanını kendisinin döktüğünü hatırlamıyordu bile. Ayakta dikilmiş duran bir kaç Lejyon - erinin kendisine garip garip bakışına anlamsız bakışlarla cevap verdi . "ne ? size bir katil olun demedim sadece savunmasız bırakın dedim." dedi konuştukça saçmalıyormuş gibi hissetmeye başlamıştı. Flippoya baktı. "Öyle dememişmiydim? Yoksa Joshua..?" hafızasını yitirmiş gibi davranıyordu, şaşkınlığı geçmişti. Joshua'nın bedenini terk ettiğini anlamıştı geçte olsa. "Ne yapacağız şimdi?" dedi yüzünü ekşitti, bu haliyle yaşından bile küçük gösteriyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İki yüzlü katil. hö?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Atlantis Role Play :: Lahades Sis Vadisi-
Buraya geçin: